Tarihi Gelişimi ile Holaysa
24 Aralık 2010 Cuma Saat 23:39
Köylümüz; Emekli Milli Eğitim Müfettişi Ali Yıldırım’ın hazırladığı köyümüz ve insanımızın tarihi ile ilgili araştırmasının ilk bölümünü yayınlıyoruz

HOLAYSA TARİHİ       

Holaysa tarihini Trabzon, Of ve Çaykara tarihinden farklı düşünmek olanaklı değildir. Trabzon, Of ve Çaykara tarihi hakkında yazılanlar birbirinin aynı konuları içermektedir. Çaykara İlçe olduğunda bulunduğu sınırları içerisinde Fatih’in Trabzon’u aldığı 1461 tarihinde dört tane köy vardır. Bu köyler Holaysa, Gorgoras, Paçan ve Zeno’dur. Holaysa’nın adı Osmanlı kayıtlarında Karye-i Holaysa’dır. Karye her ne kadar Köy anlamında ise de günümüz ifadesi ile “Belde” anlamındadır. Yani büyükçe köy anlamındadır.

Holaysa tarihini Trabzon ve Of tarihi i,çerisinde ele almak gerekir. Bu nedenle Holaysa tarihini dört ana bölümde incelemek gerekir.

1- İslamlık öncesi (1461 öncesi, Roma ve Bizans dönemi),

2- 1461 ile 1700 arası

3- 1700 ile 1915 yılları arası

4- 1915 sonrası

İslamlık öncesi Trabzon tarihi özetin olarak şu şekildedir.

İyon kökenli Miletoslular M.Ö.7.Yüzyılda Trabzon’a gelip koloni kurdukları söylenmektedir. Birçok tarihçi kentin ilk kuruluşunu bu tarihte göstermesine rağmen Kolkhlar, Driller, Makronlar gibi yerli kavimler çok daha önceleri Trabzon civarında yaşamaktaydılar.

İskender’in ölümünden sonra Trabzon M.Ö. 280 yılında kurulup merkezi Amasya’da olan Pontus/ Bizans İmparatorluğunun sınırları içinde kalmıştır.

Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrılınca Trabzon, merkezi İstanbul olan Doğu Roma/ Bizans İmparatorluğunun sınırları içinde kalmıştır. Trabzon, Teophilos zamanında (829-842) kurulan Khaldia Temasının merkezi olmuştur.

Müslüman Araplar 700 yılından itibaren baskınlar düzenliyorlardı. Bu baskınlar sırasında Karadeniz ve Trabzon’a gelmişlerdi. 

1204 yılında Gürcü Kraliçesi Tamara’nın yardımını alan imparator I.Andronikos Kommenos’un torunları Alexios ve Davit Trabzon’da bağımsız Komnenos Krallığını kurmuşlardır.

I. Bayezid'in 1398 de Samsun yöresini almasından sonra Trabzon Komnenos Krallığı Osmanlı Devletine yıllık vergi ödemek zorunda bırakılmıştır. David Komnenos, iktidarı döneminde vergi ödemeyi durdurarak, önceden ödediklerini de Akkoyunlu Devleti Sultanı Uzun Hasan aracılığıyla geri istemiş, Osmanlılara karşı Avrupa'daki büyük devletlere ittifak önerisinde bulunmuştur. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet'in öncülüğündeki Osmanlı Kuvvetleri Bölgeyi kuşatarak, 1461 yılında Trabzon'u ele geçirmiş ve Komnenosların egemenliğine son vermiştir.

DOĞU  KARADENİZ’İN TÜRKLEŞMESİ

       

Malazgirt Muharebesi’nden önce

Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra

Malazgirt Meydan Muharebesi'ne kadar

Anadolu'ya ilk türk göçü de 558 ve 575 yıllarında cereyan etmiş; Güney Kafkasya'da Hazar İmparatorluğu'nun temelini oluşturan Sabir (Sabar) Türk toplulukları yoğun bir şekilde Anadolu'ya gelmişlerdir.
Bulgar Türkleri, Avar Türk boyları, Uz-Peçenek Türkleri ve Kuman-Kıpçak Türk boyları Anadolu'ya yoğun olarak gelen ve yerleşen Türk boyları arasında bulunmaktadır.

Bu boylar arasında özellikle Balkanlar'dan Anadolu'ya gelen Bulgar Türkleri ile Kafkaslar'dan gelerek yerleşen Kuman-Kıpçak Türkleri; Doğu Karadeniz Bölgesi'nin Türkleşmesinde çok önemli bir yere sahiptirler. 530 yılında henüz Hıristiyanlığı kabul etmeden Bizans ordusu tarafından bozguna uğratılan Bulgar Türklerinin bir kısmı Anadolu'ya getirilmiş ve Trabzon havalisi, Çoruh ve yukarı Fırat bölgelerine yerleştirilmişlerdir. Bizans devleti, VI. Yüzyılın başlarından itibaren Türkleri bir yandan Hıristiyanlaştırmaya, bir yandan askerlik görevlerinde kullanarak Anadolu'ya iskan etmeye çalışmıştır. Bu yerleştirme ve askere alma işi, Ermenilere, İranlılara, ve Araplara karşı yapılmıştır. Bulgar Türkleri 755 ve 947 yıllarında Adana, Niğde, Aksaray, Bursa, Antalya ve Milas taraflarına yerleştirilmiş ise de, en yoğun ve büyük yerleştirme Trabzon ve çevresi ile Karaman-Tarsus arasındaki bölgede olmuştur. Bugün Toroslar'da olan Balkan Dağı'nın asıl adı Bulgar'dır. Burada yaşayan Yörükler buraya Bulgar Dağı demektedirler. Trabzon'daki dağın adı bugün unutulmuştur. Balkanlar'daki bazı Bulgar topluluklarına da Çenge adı verilmektedir. Karadeniz'in kuzeyindeki bir ırmağın adı da "Çengel Irmağı" idi ve yine Of ile Bayburt arasındaki sarp dağlık bölgeye "Çengelistan" deniyordu.
Denilebilir ki, bütünüyle Karadeniz Bölgesi'nin ve fakat özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi'nin Türkleşmesinde en önemli rolü oynayan Türk toplulukları Oğuz Boylarıyla birlikte Kuman-Kıpçaklardır. Çünkü, bölgede yaşayan insanlarımızın fiziki özellikleri ile ağız özellikleri tamamen Kıpçak Türkleri'nin izlerini; sosyal hayatı oluşturan gelenekler de Oğuz Türklerinin derin izlerini taşır.
Kuman-Kıpçakların Anadolu'ya gelişleri iki yoldan olmuştur. Kafkaslar'ın Türkleşmesinde önemli rolü oynayan bölgenin Kuman-Kıpçak Türk boyları, Gürcistan üzerinden güneye inmişler, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz' yerleşmişlerdir. Doğu Karadeniz Bölgesine yerleşen Kuman-Kıpçaklar, Müslüman Türklerle, Oğuz boylarından gelen "Çepniler"le kaynaşarak Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Bugün Doğu Karadeniz Bölgesinde bulunan "Borçka" kazasının adı bir Kuman oymağının adıdır.

Kuman-Kıpçaklar ikinci olarak, Bizans tarafından Balkanlar'dan getirilerek Anadolu'ya yerleştirilmişlerdir. Kuman-Kıpçakların Anadolu'ya göçü sonraki yıllarda da büyük tarihi olaylara bağlı olarak devam etmiş, Cengiz Han Moğollarının Kafkasya'yı istilaları ve yöneticileri ile dayandığı unsur bakımından hemen hemen tamamı Kıpçak olan Mısır Memlukleri'nin Anadolu'ya yönelik hareketleri sonucunda da Kıpçaklar yoğun olarak Anadolu'ya gelmişlerdir

Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra

Anadolu’nun Türkleşmesinde Malazgirt Meydan Muharebesi dönüm noktasıdır. Zafer sonrasında Anadolu yoğun bir nüfus göçüne sahne olmuş ve kısa sürede Türk vatanı haline gelmiştir. XI. yüzyılın sonlarından itibaren buraya yurt tutmaya gelen ve kendilerinden önce buraya yerleşmiş olan Türk unsurlarını da bünyesine alan kitleler olmuştur. Bunlar arasında Oğuzlar, Kangılar, Uygurlar ve Tatarlar gibi Türk toplulukları ilk akla gelenlerdir. Selçuklu Dönemi (1040 - 1308) bu Türk topluluklarının Anadolu'da yurt tutmalarının tarihidir."

Karadeniz Bölgesi'ndeki Türk siyasi hâkimiyeti esasen, Anadolu’nun kaderinde Selçuklu ailesi kadar önemli rol oynayan Danışmendoğulları Atabeyliği (1071 - 1178 ) zamanında başlamıştır. Çünkü Atabeylik merkezi Niksar olmak üzere doğuda Bayburt, Kayseri, Sivas , Maraş, Elbistan, Ankara, Çankırı, Çorum, Amasya Tokat, bir ara Ünye ve Bafra taraflarını ihtiva etmekte idi.
Danişmendiler 1140 -1141 yıllarında, Haçlı Seferleri sırasında Türkler'in elinden çıkan Karadeniz Bölgesini Rumlar'dan geri aldıkları gibi; ailenin Sivas kolunun hakimi olan Sivas Amasya Meliki Nizamettin Yağıbasan (1143 - 1164) 1150 yılında Karadeniz Bölgesi'nde fetihlerde bulunarak Ünye, Samsun ve Bafra'yı Türk hakimiyetine katmıştır.

Danişmendoğulları'ndan sonra bölgenin bir bölümünde Saltuklular (1071 - 1202) hakim olmuşlardır. Bu dönemde Türkmenler özellikle Bayburt'tan Trabzon Dağları (Parhar Dağları)na kadar geniş bir alana yayılmışlardır.
Bölgede Türk hakimiyeti Türkiye Selçuklular'ı döneminde iyice kendini hissettirmiştir. Bu dönemde ilk olarak Sinop'un fethi önem taşımaktadır. Sinop, esasen Malazgirt'ten hemen sonra 1085 yılında Karatekin tarafından fethedilmiş olmasına rağmen Anadolu'da haçlı Seferleri'nin sebep olduğu büyük sarsıntı dolayısı ile tekrar elden çıkmıştır.

Anadolu'da siyasi birliğin sağlanmasında ve Türkiye Selçukluları'nın her bakımdan zirve noktasına çıkmasında çok büyük yeri olan Sultan I. Alaaddin Keykubad (1220-1237) döneminde yapılan Suğdak (Sudak) seferi (1227) ve Trabzon seferi ile Trabzon'un kuşatılması (1228) bölgedeki Türk varlığını göstermesi bakımından önemlidir.

Fetihten sonra Trabzon'un yerli ahalisinin ileri gelenleri imparator David ile İstanbul'a geri görülmüş, bir kısmıda kendiliğinden ayrılmıştır. Bu yüzden şehirde pek az nüfus kalmıştır. Kalan nüfus ile Eksotha (Hızırbey) , Boztepe, Aşağı Yenicuma, Tuzluçeşme, Çömlekçi semtleri de iskan ettirilerek, kale içindi Hıristiyan bırakılmamıştır. Boşalan evler sipahi takımına yeniçerililere, maiyet ağalarına ve mülhakattan gelen Türklere tahsis edilmiştir. Bu arada fethedilen edilen diğer şehirlerde olduğu gibi Trabzon'da da "Cizye-i Şerriye ve Rusumi örfiye" vergisi konmuştur. Trabzon ve civarındaki toprakların tahribi ve tımarlara bölünerek sipahilere verilmesi gibi konularda Sancak beyi Kazım Bey aldığı emri yerine getirerek Trabzon topraklarını Osmanlı idaresi altında yeniden organize etmiştir.

Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet'in yörede genel bir sayım yaptırmış olduğu biliniyorsa da, buna ait belgeler elde olmadığından ancak 1486 yılında II. Beyazıt'ın sayımları ölçü alınmaktadır. Trabzon hakkında bilgi veren en eski tahrir defterleri, başbakanlık arşivinde "maliyeden müdevver defter no:28" başlığı altında bulunmaktadır. Tarihsiz olan bu defter ilk olarak 1954 yılında Ömer Lütfü Barkan tarafından kullanılmıştır.

Mufassal adlandırılan türde olan 1486 tahrir defterinde Trabzon; Akçaabat, Görele, Tirebolu, Giresun, Laz, Maçka, Torul, Sürmene, Of, Rize, Atina (Pazar) tımarları ile tımar sahiplerinin listeleri verildikten sonra, başta Trabzon şehrinde oturanların ayrıntılı bir listesi de bulunmaktadır. Tahrir defterinde şehrin halkı, mahalle ya da cemaat başlıkları altında dini guruplar olarak bölündükten sonra şehirdeki her aile reisinin de adı verilmektedir.

HOLAYSA TARİHİ HAKKINDA:

Trabzon’un 1461 yılında alınmasından sonra tüm toprakları tımar sistemine uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. Of kazası da tımarlara ayrılmış ve tımar sahiplerinin listeleri 1486 tarihli tahrir defterinde bulunmaktadır. Holaysa da tımar rejimine tabi olduğu için tımar sahiplerinin isimleri sözü edilen defterlerde mevcuttur.

Bu tarihi bilgilerden sonra Holaysa’nın Of bölgesinin en eski köylerinden biri olduğu ve köyün kuruluşunun çok eskilere dayandığını söyleyebiliriz. Özellikle köyün alt yanında bulunan kalenin Cenevizliler zamanında yapılması kuvvetle muhtemeldir. Kalenin varlığı civarında yerleşim yerlerinin olması kaçınılmaz kılmaktadır. Kalenin yapımı Cenevizlilerden de daha eskiye de gidilebilir. Bu konuyu arkeologlar rahatlıkla ortaya çıkarabilirler. Bizim amacımız Holaysa’nın tarihi konusunda bilgi vermektir. Eski yerleşim yeri olması nedeniyle birçok ırktan insanın gelip yaşadığı yerdir. Kale ticaret yollarının güvenliğini sağlamak için yapıldığı anlaşılmaktadır. Söz konusu tarihlerde ticareti elinde bulunduran Cenevizliler tarafından yapılma ihtimali yüksektir. Kaleler; suya ulaşılması kolay ve zapt edilmesi zor olan yerlere yapılırdı. İki derenin birleştiği sarp yerde yapılması çok isabetlidir. Yine Solaklı vadisinden geçen yolun da kontrolü ve güvenliğinin buradan sağlanması çok kolay olur.

Holaysa’nın yayla ve meralarının diğer köylere göre çok ve Bayburt’a doğru bir derinliğe sahip olması ekonomik potansiyelinin çok olduğunu gösterir. Bu ekonomik bölgenin liman ve sahile ulaşabileceği yol Holaysa arazilerinden geçer. Yüksek yaylalardan gelen kervan yolu Çahmut, Tufa, Evoşga, Baciha yaylalarından geçerek Akköse köyünden sonra Dernekpazarı civarında Hola deresinden gelen kervan yolu ile birleşerek Of’a devam eder. Akköse tarafına gitmeyip Evoşga’dan ve Baçiha’dan aşağı köylere inenler Çaykara’dan Of’a doğru yol almak zorundadırlar. Hola yolu civarında da Holaysa kalesine benzer kale vardır. Bu iki kale kervan yollarının güvenliği için görev yapmaktaydı. Bu görevi Osmanlılar da devam ettirdi. Kalelerde Derbent denen Osmanlı askerleri görev yapardı. Derbentler hangi tarihe kadar görev yaptığı bilenmemektedir. Ancak tımar sisteminin kaldırıldığı 1848 yılına kadar devam edebileceğini düşünmekteyim.

Kalenin Taşören Köyünün arazilerine bitişik olması kimseyi yanıltmasın. Çünkü Kadahor, Zeleka, Fotinos köylerinin isimlerine 1681 yılındaki tahrir defterlerinde rastlanması bu yerlerin Holaysa köyünün mahalleleri olduğunu göstermektedir. Zaten 1681 yılına ait tahrir defterinde Kadahor’un Holaysanın bir mahallesi olduğu yazılıdır. Bu nedenle Kaleyi Holaysa’dan ayrı düşünmek çok büyük yanlış olur.  Özetle söyleyecek olursak Holaysa köyünün kuruluş tarihinin Osmanlı döneminden çok eskilere dayandığıdır.

HOLAYSA’NIN Müslüman Türklükle ilişkisi Fatih’in Trabzon’u almasından sonradır. Özellikle İslamlaşma konusu bu dönemden sonradır. Türklük konusunda durum biraz farklı olabilir. Yörede bazı yer adları Türklerin bu bölgede daha önce yaşadığını göstermektedir. Yine bazı gelenek, görenek, oyun ve efsanelerin özü tamamen Türk kültürünün bir ürünüdür.

Osmanlı’dan önce o bölgede Türklerin yaşadığını Trabzon ve Karadeniz tarihi kısmında açıklanmaktadır. Özellikle, Kuman, Kımer, Peçenek, Uz Türklerinin buralarda yaşadığı ve tümüne Kıpçak Türkleri denildiği tarihi bir gerçektir. Yine Türkmenlerin Malazgirt’ten sonra bu bölgeye geldikleri tarihi belgelerden anlaşılmaktadır.  Çunis yaylasının yakınlarında bulunan çayıra Kemer çayırı, Ancumah’ta ki Salihpaşaoğullarının yerlerinin yukarısındaki dağda bulunan tepenin mağaranın kemer olması dikkat çekicidir. Ayrıca Soğuksu yaylasının yakınındaki dağın adının Kemer olması tarihe bir delildir. Köyde Kuman Türklerinden aileler vardır.

Yaptığım araştırmalarda karşılaştığım dört ilginç sonucu bilgilerinize sunuyorum.

Ardanuç İlçesine bağlı Sakara köyüne ait dört bilgi ile Atçekenlere ait bilgilerden beş örenek;

Örnek-1; Çevre köyler Sagaralılara, Türkman Sagaralilar derler. Komşu köy Kılarcet’te de Türkmengil diye bir yer adı var. Bu isimlerden buralara Kıpçaklardan başka Oğuz Türklerinin de yerleştiği anlaşılmaktadır. Zurnacı İbrahim Usta’nın kasetinden Türkman Havası adında bir türkü derledim. Ayrıca şimdi çalınmayan TÜRKİSTAN YOL HAVASI da var. Bölgenin en eski çalgıcısı Yasin Usta’dan Laçin Barı, Karabağ oyun havası kaydettim. Bazı kaynaklarda, 1247 yılında 60.000 kişilik bir Türkmen grubunun Erzurum üzerinden Şavşat ve Artvin’e, oradan da Bayburt’a gelip yerleştiği belirtilmektedir.” 

Birinci örnekte Karadeniz’in birçok yerinde Türkmen ve Türk boylarının yaşadığını, 60.000 kişilik Türkmen’in Bayburt’a gelip yerleştiğini, Türkmen havası diye müziklerin çalındığı ve YOL HAVASININ da Holaysa’da da kavalla çalındığını ortaya koymaktadır. Doğu Karadeniz bölgesinin Laz olarak ifade edilmesinin yanlışlığı ortadadır. Geçmiş zaman içerisinde Bayburt’tan Çaykara köylerine birçok insanın gelip yerleştiği tarihi bir gerçektir.

Örnek-2;  “Muhacirlik dönüşü medrese eğitimi yapılmamış. 1939 yılında köyde ilkokul açılmış. Önceleri bazı erkek çocuklar, köyden çok uzak olan Kilarcet (Bereket) köyüne giderlermiş. Daha sonra “KÜNİYA” mahallesinde ilkokul açılmış, köyde iki okul olmuş.” 

İkinci örnekte adı geçen “KÜNİYA” adı aynı zamanda köyümüz komlarının bir bölgesinin adıdır. Bu sıradan bir tesadüf değildir.

Örnek-3; Arafana(Bizim ifademizle, harfana): Kış akşamları her haneden un ve yağ toplanıp bir evde otururlarmış. Pişirip lokum yaparlarmış. Koyun kesip kebap yaparlarmış. Kebap genelde erkekler arasında yapılırmış. Erkekler, kadınlar ayrı ayrı kendi aralarında eğlenirlermiş.”

Üçüncü örnekte; benim yaş gurubumda, hatta daha da küçük yaşlarda olanlar özellikle soğuk kış günlerinde ve köyün kalabalık olduğu zamanlarda “HARFANA”nın ne anlama geldiğini çok iyi bilirler. 

Örnek4; İki taşın üst üste konarak oynanan oyuna “Mamuç” denir, denilmektedir.

Dördüncü örnekte; köyümüzde değirmen çalıştıran aileye “Mamuç” lakabı takılmıştır.

Türkmenler Trabzon dağlarına “PARHAR” derlerdi. Holaysa’lılar da yüksek yaylalara parhar derler. Görüldüğü gibi bazı yer isimlerinin ve bazı lakapların Rumca olmayıp Türkçe kökenli oldukları açıkça ortaya çıkmaktadır.

Örnek-5; “Atçeken Türkmenlerinin(Yörük)” Karaman Konya, Aksaray, Ankara arasında kalan tuz gölü çevresindeki yaşadıkları ve oynadıkları oyunlar hakkındaki yazıda; “ATÇEKEN Türkmenleri en çok ÇELİK, MOL, YÜZÜK oyununu oynarlar.”

Bu beş örneğin ortaya koyduğu gerçek köyümüzde ki birçok ismin, lakabın ve oyunun öz be öz Türk kültüründen geldiğini kesin olarak ortaya koymaktadır. Bu örnekleri daha da genişletebiliriz.

Köyde Türkçeden başka konuşulan Rumca dediğimiz ama aslı “Pontaika” olan dil konusu şu şekildedir. Fetihten önce köyde Türkçe konuşulduğunu söylemek doğru bir ifade olamaz. Fetihten sonra köye giden Türk ve Müslümanlar hem Türkçe konuşmuşlar hem de orada konuşulan Rumca’yı konuşmak zorunda kalmışlardır. Köy ilk defa 1461 yılına Türkçe konuşan Müslüman Türkler tarafından kurulsaydı böyle bir sorun ortaya çıkmazdı. Orada mevcut bir medeniyet ve bir kültür vardı. Türkler bu kültür üzerine orada sıfırdan kendi kültürlerini inşa edemezlerdi. Mevcut kültür değerlerinin bir kısmını da benimsediler. Yer adları daha önce konduğu için sonradan oraya gidenler iletişim dili açısından yer adlarını kullanmak zorundaydılar. Osmanlı yönetiminde bozulmalar olunca vatandaş üzerinde baskılar artmaktaydı. Vergi yükü de fazla gelmekteydi. Bu baskılardan kurtulmak ve devlet görevlilerinden sakınmak için onların anlamadığı dili konuşmak çok önemliydi. Bu nedenle Rumca o yörede hiçbir zaman atıl durumda olmadı. Çeşitli kültürlerin bir arada yaşaması nedeniyle birbirlerini etkilemesi söz konusudur.

Gurbete gittiğimizde köylülerimizden başka kişilere karşı gizli bir konu konuşulacaksa hemen onu Rumca konurduk. Bu örnek başka bir dili bilmenin önemini ortaya koymaktadır.

Yine bir örnek daha vermek isterim. Elazığ’ın Koçharmanı köyü tamamen Kayı Boyu Karakeçili Türkmeni olmasına rağmen “Girmanç” ça konuşmaktadırlar. Bu şekilde çokça örnekler vardır.