Bayram denince akla neden hep geçmiş gelir? Gelenek geçmişi resmettiği için belki; belki de Bayramlar artık tarih öncesi alışkanlıklar nevinden değerlendiriliyor.
Eski hep güzeldi zahir. Yeninin hep önceyi “hazzetmesi” veya özlemesi belki de bayramların sebebinden gittikçe uzaklaşmaktan neşet ediyor.
Peygamberin Bayramlarından uzaklaştığımız her yıl ve asır içimize “daüssıla” hissini oturtuyor. O yüzdendir, her yeni bayramda “nerede o eski bayramlar” hissi.
Bence sebeplerden biri bu. Peygamber kokusundan bir yıl daha uzaklaşmanın, bu uzaklaşmanın insanın ruhuna yerleştirdiği hasretin yansımasıdır bu his…
Fuzuli’nin “ateş-i aşk” ile yandığı hasretin biz aşk “fukaralarına” teğet geçmesidir ancak:
“Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su”
Her geçen yıl etrafın “seyrekleşmesi” de bu geçmiş hasretini kuvvetlendiriyor. O gidenlerle geçirilen Ramazanların, ertesinde bayramların “özlemi” bize geçmişin daha güzel olduğu hissini veriyor.
O gidenlerle geçirilen güzel günlerin özlemidir, “ah o eski bayramlar” hissini ruhlarımıza “fâş” eden.
“Ah o eski bayramlar” denilen şey, romantikler için, içinde olmak istedikleri zamanlarda olamamanın ızdırabıdır bir yerde. Divan sahiplerinin divanlarında veya tarihçilerin satırlarında veya eski zaman minyatürlerinde tasvir edilen hayatın bir parçası olamamanın iç geçirmesidir.
Onlar için Yahya Kemâl’in geçtiği “hazan” bahçelerinde hiç olamamanın ve olamayacak olmanın ızdırabıdır, ah o eski bayramlar:
Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Fekat çoğumuz için “ah o eski bayramlar”, dün ehibba ve yâran ile geçirilen günlere olan hasretin yansımasıdır. Giden gelmeyecektir ve beraber yaşanan güzellikler yaşanmayacaktır. Güzellik dedikte, hayatın toplam güzelliği değil elbet; anın güzelliğidir. O eski bayramların olduğu mevsimlerde, hayat daha meşakkatlidir, şartlar kavidir belki ama hayat daha yaşlanmamış ve bayramlar kartpostallıktır.
O zamanlarda mevsim daha ziyade “hazan”dır ama samimiyet vardır, hakikat vardır; safiyet vardır.
Ama en önemlisi bugün olmayan vardır o “eski bayramlarda”…
O olmayan, kimi zaman bir sevgili, kimi zaman anne, baba, yâr, yâran ve dahi vatandır…
Belki de o yüzdendir, “ah o eski bayramcılar” zümresinin daha ziyade “gurbet ehli”nden çıkması.
Kimileri sevgili diye inleyip durmuştur o “eski bayramlarda”…
Kimileri ana, baba, evlat diye.
Kimileri de o Osmanlı Minyatürlerinde resmedilen muhteşem çeşmelerin, çınarların gölgesinde değil çorak Anadolu topraklarında, uzak Yemen çöllerinde “vatan” diye diye bayramlar etmiştir.
En garipleri de onlardır…
Canlarını verdiler, kimseciklerden habersiz…
Arayanları olmadı, başında iki satır “okuyan”ları da…
“O eski bayramların” en hazin hikayelerini bağırlarında barındıran gariplerdir onlar…
Onlar ki hâlâ kayıptırlar, kimileri Yemen çöllerinde kimileri Anadolu Coğrafyasında; ki aralarında hepimizin ataları vardır…
Çocuklarını bayramlıklarla görmemişlerdir; biz görebilelim diye…
Söz verdiklerine dönememişlerdir; bizim dönecek bir vatanımız olsun diye…
Kendileri gün görmemişlerdir; Türk’ün geleceği körelmesin diye…
Farkında değilizdir, unutmuşuzdur ama, öyle hayatlar da vardır…
El’an da olmaktadır…
Bu bayramı onlara ayıralım, “empati” yapalım…
Dua edelim…
Hepinize hayırlı bayramlar…