Osman Şahin ağabeyimiz (emice deyunce kizay :) ) ilk yazıma yaptığı yorumda , "ikinçi yazinun konisuni veriyrum: nasi Trabzonli oldim, oni yazacasun!" dediğinden mütevellit, bu mevzuyu yazmak, yeni katıldığım bu camiada bir nebze olsun merakları gidermek boynumuzun borcu oldu bi'çare...
Sayın okur, birazdan okuyacağın satırlar, henüz vuslata erememiş derin bir aşkın hikayesi olup, bu hassasiyetle okunmak isterler,baştan anlaşalım.
İlkokul 1. sınıf kitaplarının arkasındaki pembeli yeşilli siyasi haritalarda "şehir bulmaca" oynarken tanıştım ilk kez onunla... Çat pat okuma öğrenmişiz zaten, Ali'yi okusak İpek'i heceleyemiyoruz, nasıl okunurdu ki bu şehrin garip adı diye düşündüm epeyce. T ile R yanyana üstelik... Araya E mi koymalı? TE RAB ZON mu demeli acaba? En iyisi bunu sormamalı rakibe. Gerçi pek de kıyıda köşede kalmış minicik bir şehir haritada, sorsak hayatta bulamaz rakip,yazarız hanesine bir eksi... Ama ah şu hecelemek yok mu, ah! Dur bir de A ile deneyelim : TA RAB ZON... Olmadı yine...
Nereden bilebilirdim ki adını bile heceleyemediğim bu mucizevi şehrin ömrümün en kıymetli aşkı olacağını o yıllarda... Bilemedim elbette... Bu garip tanışmadan sonra, bu zor isimli şehir çıkmaz oldu aklımdan bir türlü. Gidilir miydi oraya? Nasıl insanlar yaşardı ki orada? Türkçe mi konuşurlardı? Çağımız da teknoloji çağı değil o zamanlar, ki yazalım aratalım gogıldan...Binlerce fotoğrafı ulaşsın elimize de geçsin merakımız... Olmadı,heyhat. İnternetimiz yok ama cilt cilt Meydan Larousse ansiklopedimiz var kitaplığımızda, telaşla T harfini arayıp Trabzon'u bulduğumu hatırlıyorum küçük ellerimle.
Böyle başladı işte aşkımız. Ben ki Kırıkkale'nin bir kasabasında gözlerimi açmışım dünyaya, ben ki bozkırın ortasında doğmuşum. Hiç deniz havası dolmamış ciğerlerime,Trabzon'un tek kare fotoğrafını gördüğümde yemyeşil yaylalardan daha ziyade bir şey dokunmuştu kalbime.Hala cevabını veremem, neydi o kalbine dokunan deseniz. Ortaokul yıllarında ise "büyüyünce ne olacaksın bakalım" sorusuna verilecek en manidar cevabım "Trabzon'a yerleşeceğim" olurdu, gülüşmelere inat.
Çocukluk aşkım olsa da kendileri, Trabzon'a deli gibi ilan-ı aşk edişim üniversite yıllarıma tekabül etti.Kampüsün orta yerinde horon eden uşakları,paçileri görür görmez büyülenmiş gibi izledim bu seremoniyi. Ne büyük bir gururdur yahu insanın "Trabzonluyum" demesi, bunu düşündüm uzun uzun.
Çok geçmeden aralarına aldı beni bu uzun burunlu uşaklar ve al yanaklı paçiler. Bir baktım horon halkasındayım, kapılmışım kemençenin kaydesine, ayaklarım her 4 adımda bir daha sert vuruyor toprağa... "Ula ula ula ula yikil yikil..." sözleri çıkıyor hep bir ağızdan. Bir kendini kaybediş kısacası, bir kendini bulmuşluk belki de...
İşte o gün anlıyorum ki benim yerim burası olmalı. Belki kader beni Trabzonlu olarak göndermedi dünyaya ama, ben çoktan verdim kararımı. O yaşıma kadar hiç hissetmediğim kadar mutlu, hiç hissetmediğim kadar huzurluydum o insanların arasında. İlk iş şu horonu güzelce bi öğrenmek lazım. Aç pagayım yuutub'u, yaz oriya horon...
Horonu,kemençesi,atma türküsü,tulumu... Okudum izledim dinledim gündüz gece...Çok geçmeden hepsini öğrendim iyi hoş da bir eksiklik vardı temelden sanki... Ne kadar iyi öğrensem de bu tılsımlı kültüre dair olan "herşey'i" adım adım, hatta muhlama da yapabiliyor olsam telli peynirle, "pokyiyen" bir küfürden ziyade bir sevgi sözcüğü olarak gelse de kulağıma, gördüğüm her 61 plâka manasız bir tebessüm yaysa da yüzüme, yahut şehir şehir sokak sokak bilsem Trabzon'u, Uzunsokak'ı, Ganita'yı, Tanjant'ı... Hatta ve hatta geceleyin Trabzon'un süslenip püslenip ışıl ışıl giyinip de Karadeniz'e kur yapışına Boztepe'den tanıklık etsem de kaç defa, içimde bir türlü yok edemediğim bu eksiklik hissi ile yaşadım uzun süre bu aşkı...
Çok sevsem de deli gibi kavuşmak istesem de kaçırdığım bir nokta vardı sevdaluğuma dair... Müslümanlık için Kelime-i Şahadet ne ise Trabzonluluk için de "Trabzonsporluluk" o idi, bunu anladım. Bordo ile maviyi yanyana görünce kıpır kıpır etmiyorsa için, Trabzonspor yendiğinde çocuklar gibi şen, uşaklar iyi oynamadığında kendi oğluna kızan bir baba/anne gibi öfkeli olamıyorsan, galibiyetlerde hamsi baluğu gibi kıpraşıp dururken mağlubiyetler ağzını açtırtmıyorsa, ve "Avni Aker" evinden sonra en çok huzur bulduğun ikinci yerin değilse, 7 göbekten Trabzonlu olsan da , sende de bir şeyler eksiktir hemşerim. İşte ben bunu anladım.
Babam hiç forma almadı bana, aldığım formalara da hep öfkeyle baktı yadsıyarak. Oysa ben öğrendim ki Trabzonlu uşakların ilk hediyeleri Bordo Mavi forma olurmuş genelde. Ben de kendi formamı kendim alıp kendi başıma gittim maçlara gizli gizli. "Tek yürek" olmak ve boğazlarınız yırtılırcasına bağırmak ne demekmiş ben o 11 uşağı yeşil sahalarda izlerken öğrendim. 61. dakikayı dört gözle beklemek, öndeysek 61'in coşkusuna coşku katmak nedir orada tattım.
Hau anderin şehrinde - Ankara'da- Karadeniz ve Trabzon'a dair ne kadar dernek topluluk varsa orada aldım soluğu. Yaşlı ninelerden 17'lik dedelere, mert uşaklardan gözü kara paçilere kadar pek çok insan tanıdım, ve pek çok kişiden dinledim yaylaların havasını. Arkadaşlarımı ikiye ayırdım ; Trabzonlular ve diğerleri diye.
Diğerleri kısmına mensup olup, abarttığımı düşünenler oldu, "bir şehir bu kadar da manyakça sevilmez ki canım" diye kızanlar hatta... Umursamadım. Leyla'yı bir de benim gözümden görün diyen Mecnun'un hâlidir halim. "Madem bu kadar seviyorsun git bi' gör yahu" diye akıl verenlerim oldu, bilmediler ki korkuyorum kendimden "bi' gidersem dönemem" diye...
Bu sevdalugta en zor anlarımı "nerelisin sen"e cevap verirken yaşadım.Gönlüm "Trabzon " diye haykırırken nasıl derdim ki resmiyetteki memleketimi ? "E paçim, deyiver "Trabzonluyum" , ne olacak sanki ?" diyenler, bilmezler mi "Nerelisun te pagayım" sorusuna verdiğiniz cevap Trabzonsa eğer,onu mutlak surette "neresunden?" suali takip eder. Durumu kurtarmak adına "Sürmene, Vakfıkebir, Of,Çaykara vesaire..." aklınıza gelen bi ilçe söylersiniz lâkin boşunadır çabanız... Hemen akabinde karşı taraftan "Çaygaralisun demag, kimlerdensuunn ula?" atağı gelerek sizi ters köşeye yatıracaktır en nihayetinde...
Hiç o toplara girmeden muhabbet etmeye çalıştım yeni tanış olduklarımla. Başkent sokaklarını başımdaki bordo mavi gugulumla adımlarken yolun karşısından bana "bordooooo" diye bağıran emiceye de ; keşanım omzumdayken beni durdurup , " bildum oni bu kız bizum oralardan gelmiş, gel bi sarılayum saa" diyen teyzeye de hep aynı hasretle selam verdim.Trabzon'dan gelen çayı aynı hasretle kokladım, fındığı aynı hasretle yedim.
Sevdaluğumu anlatmak adına ben bunca yazdım , sen de bunca okudun ey okur... Yazının başındaki uyarıyı dikkate alarak gösterdiğin hassasiyet için müteşekkirim sana.Ya gurbettesin benim gibi, ya yayladan yeni indin bu satırları okurken bilemem, ama bildiğim tek bir şey var nacizâne;
"Trabzon'um sen varsan başka bir şey gerekmez
Bu gönlüm serden geçer ama senden vazgeçmez..."