Çaykara, Trabzon İlinin güney-doğusunda yer alan orta büyüklükteki ilçelerinden biridir. Arazisini, Of’tan Karadeniz’e dökülen Solaklı Deresinin yukarı havzası oluşturur. Oldukça derin vadilerle parçalanan bu arazinin güney hududu Doğu Karadeniz Dağlarının zirvelerine kadar uzanır. Bu nedenle Çaykara, Karadeniz ile Doğu Anadolu arasında bir geçiş noktasını teşkil eder. İlçenin güney, doğu ve batı kesimlerinde bulunan yüksek yaylalar, U şeklinde vadideki köyleri kuşatmıştır. İlçeye bağlı yerleşim birimlerinin büyük çoğunluğu ilçe merkezi etrafındaki aşağı kısımda toplanmış, geri kalanları ise yukarı kesimdeki vadilerin uygun yamaçlarına dağılmıştır. Arazisinin oldukça engebeli oluşu, tarih boyunca büyük boyuttaki yerleşim birimlerinin serpilmesine imkan tanımayarak her yönüyle kırsal hayatı egemen kılmıştır.
Çaykara İlçesinin tarihi, içinde yer aldığı Doğu Karadeniz Bölgesinin tarihi ile eskiçağlardan günümüze kadar paralellik göstermektedir. Bu yüzden doğal olarak ilçenin geçmişini öteki birimlerden bağımsız olarak değerlendirmek mümkün olmamaktadır. Çünkü, diğer yerleşim birimleriyle birlikte aynı kaderi paylaşmış, aynı tarihi seyirleri izleyerek günümüze ulaşabilmiştir.
Doğu Karadeniz Bölgesi Tarihi veya bölgenin en önemli şehri olan Trabzon’un Tarihi ele alındığında, özellikle batılı tarihçilerin büyük çoğunluğu genel olarak bazı yerleşmecilerin (kolonistlerin) bölgeye gelmelerini başlangıç safhası olarak değerlendirmektedirler. Halbuki bölgede bu Kolonistler gelmeden önce bir takım kabileler yerleşik durumda idi. Charles Texier, Fallmaerayer, Pullant, Heredot, Ş. Günaltay, vs. gibi tarihçilere göre, bu yerel kabileler Orta Asya kökenli Turani kavimlerin uzantılarıydı.
M.Ö. 800-300 yılları arasında Karadeniz’in kuzeyinde etkinlik sahasını genişleten Kimmerler ve ardından onları bölgeden söküp atan İskitler (Sakalar) Kafkasya üzerinden Anadolu ve Mezopotamya’ya düzenledikleri askeri harekatlar sonucunda Doğu Karadeniz Bölgesinin dağlık ve denize bakan kesimlerine peyder pey yerleşmişlerdir. Yerleşenler çeşitli kabile isimleri altında, birbirlerinden bağımsız biçimde küçük siyasi birimler kurarak etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Oldukça hareketli, savaşçı ve madencilik alanında hayli ilerlemiş olan bu küçük topluluklar, ilerleyen dönemlerde bile bölgeye hakim olmak isteyen büyük güçlere karşı (Pers, Roma, vs.) coğrafi özelliklerin de yardımıyla direnebilmişlerdir Daha sonra Karadeniz bölgesine küçük gruplar halinde gelen Yunanlı kolonistlerden önce bölgede yerleşmiş olan ve koloni çağında bile etkinlikleri devam eden bu kavimlerin isimlerine ve yerleşim sahalarına ilişkin ilk bilgilere Ksenophon tarafından yazılan “Anabasis” (Onbinlerin Dönüşü) isimli eserde rastlamaktayız. Ona göre, Trabzon’un merkez olduğu bölgede Driller, Khalybiler, Kolkhlar, Taokhlar, Makronlar (Çan -Tzan- Sanni), Mossynoikler, Tibarenler ve Heptakommenler yaşamaktaydı. Ksenophon eserinde, M.Ö. 401 tarihinde bölgeden geçtiğinde, bölge halklarının Perslere bağlı olmayıp bağımsız biçimde yaşadıklarına müşahede etmişti. Ayrıca bu kavimlerden Khalybilerin ve Tibarenlerin demircilik alanında oldukça başarılı olduklarını da not düşmektedir.
Meselâ bugün, Çaykara İlçesi dahilinde bulunan Haldizen (Demirkapı) Köyünün isminin Turani kavimlerden olan Khalybi (veya daha sonraları Khaldie) kavminden geldiği kuvvetli bir ihtimaldir
İsim etimolojik olarak incelendiğinde Khaldi + zen yani Khaldi ülkesi, yeri, yurdu anlamını vermektedir
Yunanlı kolonistlerin Karadeniz kıyılarına yerleşmeleri
ilk olarak M.Ö.875’te Sinop’ta gerçekleşti. Ardından yapılan ticaretin gelir getirmesi ve bölgenin potansiyelinin anlaşılması sonucunda bu kolonilerin sayısı artmış, Trabzon’a da M.Ö. 756 yılında gelerek kolonilerini kurmuşlardır
Roma İmparatoru Neron zamanında Trabzon Şehri ve çevresinin, Perslere karşı girişilen seferler için uygun bir ikmal merkezi olabileceği anlaşılınca M.S. 64 yılında kesin olarak ele geçirilmiştir
Bu döneme kadar, bölge yaklaşık 3 – 4 asır bir Pers asilzadesi tarafından kurulan Pontos Devleti’nin yarı idaresi altında idi. Neticede, bölge Roma İmparatorluğunun sözde egemenliğine girse de, Romalılar yerli halka tam anlamıyla nüfuz edememiş ve denetim sağlayamamışlardı. Bölgenin coğrafi yapısının oldukça parçalanmış, yerlilerin savaşçı ve itaatsiz olması bu egemenliği kısıtlayan en önemli faktör olmuştur.
Roma İmparatorluğunun M.S. 395’te Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmasından sonra bölge, Doğu Roma olarak nitelenen Bizans İmparatorluğunun payına düşer. Bu hakimiyet, 1204 yılında Latinlerin başkent İstanbul’u işgal etmelerine kadar sürer. Bu tarihten sonra 1461 yılına kadar, yine Bizans İmparatorluğunun uzantısı olan ve Bizans hanedanlarından Komnenosların kurmuş olduğu Trabzon Rum Devleti’nin egemenliğinde kalır.
4. yüzyıl başlarında Hiristiyanlığın Roma İmparatorluğunca resmen din olarak kabul edilmesinden sonra, bu din halk arasında hızla ve serbestçe yayılmaya başladı. Daha önce Doğu Karadeniz’de yaşayan sözünü ettiğimiz paganist inançlara mensup yerel kavimler de yavaş yavaş hırıstiyanlığa geçmeye başladılar. Hırıstiyanlaşan bu gruplar, tedrici biçimde hem Doğu Kilisesinin (Ortodoks) hem de devletin resmi dili olan Yunanca/Rumcayı öğrenmek zorunda bırakılmışlardır. Özellikle 10. yüzyıldan sonra, “İncil’in dili dışında bir dilde konuşulan her kelime cehenneme gitmek için işlenen bir günah olarak hesaplanacaktır” şeklinde, papazlar tarafından yapılan telkinler bu dili benimsemede oldukça etkili olmuştur
Bu durum, yerel halkın kendi dilleriyle karışık bir Yunanca veya halk tarafından bilinen şekliyle Rumca konuşmalarına neden olmuştur. İzlenen bu Bizans siyaseti, yerel dillerin, inançların ve geleneklerin büyük bir çoğunluğunun belleklerden silinmelerine, kısaca yerli unsurların asimile olmalarına kadar varmıştır.
Trabzon yöresi Bizans İmparatorluğu ve Trabzon Rum Devleti döneminde bile yoğun bir şekilde değişik boylara mensup Türkler tarafından iskana sahne olmuştur. Gerek tarihi kaynaklar, gerekse toponomi ve onamastik (yer ve şahıs isimleri) ilimleri bu iskan hareketlerinin nerelere ve ne zaman yapıldığını gün ışığına çıkarmaktadır.
Bizans İmparatorluğunun kurulduğu yıllarda (M.S. 395) Anadolu’ya karşı yapılan ilk akın, Karadeniz’in kuzeyine yerleşmiş olan Hunlar tarafından gerçekleştirilmiştir. 395-398 yıllarında Kafkasya geçitlerini aşarak Erzurum üzerinden Anadolu’ya giren Hunlar; Antakya’yı ele geçirerek Suriye ve Filistin’e, arkasından geri dönerek Orta Anadolu’ya yönelmiş ve aynı rotayı izleyerek Kuzey-doğu Anadolu üzerinden bölgeyi terk etmişlerdir.
Hunlardan sonra Sabar/ Sibir/Sabirlerde (515-516) aynı doğrultuda hareket ederek Orta Anadolu’ya kadar ulaşmışlar, bir kısmı burada yerleşmiş, bir kısmı ise geri çekilerek Kuzey Kafkasya’daki merkez üslerine varmışlardı.
Bu ilk seferler bir tür bölgeyi keşif seferi olarak da tanımlanabilir. İlerleyen devirlerde bir çok Türk boyu da bazen aynı yolları kullanarak, bazen de İran üzerinden Anadolu’ya ulaşacak ve bölgeyi yurt tutacaklardır. Özellikle Kafkasya üzerinden Anadolu’ya gelenler daha çok birer doğal geçit olan Kür ve Çoruh vadilerinden bu girişleri gerçekleştirmişlerdir. Bu akınlar sonucunda bir kısım boylar maiyetleri ile birlikte Çoruh Havzasının kuzey kısımlarında bulunan dağları aşarak Karadeniz kıyılarına hakim olan ve doğal sığınak konumunda bulunan vadilere yerleşmeye başlamışlardır. Meselâ, Çaykara’nın güneyindeki Haldizen Geçidi, Solaklı Vadisine yerleşenler için önemli bir geçiş noktası olmuştur. Aynı biçimde Maçka ve Sürmene’deki yüksek yaylalar da aynı işlevi görmüşlerdir.
Sözü edilen doğal geçitlerden Uz (Oğuz), Kuman/Kıpçak, Peçenek, vs. gibi büyük boylara mensup gruplarla, bunlara bağlı Kaliz (Hazar), Çik, Mak (Uz) gibi küçük oymaklar da bölgeye yerleşmişlerdir. Bütün bu grupların yerleştikleri sahaları toponomi ilmi sayesinde ortaya çıkarmak mümkündür. Bölgemizle ilgili örnekler verecek olursak; Uz/Oğuz (Araplar Guz diye tanımlamaktadırlar) boyunun ismini taşıyan yerleşim birimleri; Uzmesahor (Yomra/Özdil), Uz (Arsin/Oğuz), Uz Mezrası (Sürmene/Yazıoba Köyüne ait), Guzari (Akçaabat/Adacı Beldesi, Benlitaş Mahallesi), vs. şeklinde sıralanabilir. Ayrıca bölgemizde soğuk ve verimsiz yerler için kullanılan “Guz, Uz” yerler manası da Uzlara dayanmaktadır. Peçenek boyunun ismini taşıyan yerleşim birimleri: Nefs-i Paçan (Çaykara/Maraşlı), Mezra-i Paçan (Çaykara/Taşlıgedik), Paçan Vahtanç (Çaykara/Koldere), Şinek Paçan (Çaykara/Ataköy); Uzların uzantısı olan Makların isimleri ile anılan yerleşim birimleri: Makavla (Sürmene/Petekli), Kalciye Ma’a Maklavita (Trabzon/Toklu), Makdanos Mahallesi (Çaykara/Soğanlı), Maki (Hayrat/Pınarca), Hola Makidanos (Dernekpazarı/Ormancık); Çiklere ait yerleşim birimleri de: Zigana/Çiganoy Vadisi (Maçka), Çikoli (Sürmene/Yokuşbaşı), Çikaren (Dernekpazarı/Dağeteği Köyünün bir mahallesi), vs. şeklinde sıralanabilir.
11. ve 14. yüzyıllarda Doğu Karadeniz’e özellikle dağlık kesime damgasını vuranlar Kafkasya üzerinden Kuzey Anadolu’ya giren Kuman/Kıpçak Türkleridir. Karadeniz’in kuzeyindeki geniş steplerde yaşayan Kumanların
büyük bir kısmı batıya yönelerek Balkanlara göçerken, diğerleri bölgede kalmıştır. Gerek Rusların, diğer Türk boylarının baskıları ve gerekse kendi aralarındaki sorunlar nedeniyle bunların bir kısmı da kafileler halinde zaman zaman Kafkasları aşarak Gürcistan’a ve Kuzey-doğu Anadolu’ya gelerek bölgeyi yurt tutmuşlardır. İlk büyük kafile, 1118’te Gürcü Kralı David tarafından davet edilmek suretiyle Gürcistan’a girdi. Yaklaşık 45.000 ailelik Kuman kitlesinin büyük bir kısmının Selçuklu sınırına yerleştirilmesi planlanmıştı. Kumanlardan teşkil etmiş olduğu birliklerle büyük başarılar elde eden David, ülkesinin sınırlarını genişletmiş ve başkentlerini Tiflis’e nakletmişti. Aynı zamanda David Oltu ve Çoruh Vadisindeki Türkmenleri bölgeden uzaklaştırarak, Kumanları yerleştirmiştir. Böylece, Ardahan, Göle, Oltu, Çıldır, Tortum, Şavşat, Ardanuç, Yusufeli gibi yöreler Kumanlar tarafından iskan edilmiş oldu.
Gürcistan’a giren Kumanlar sadece askeri alanda değil, ülke yönetiminde de oldukça etkindiler. Özellikle annesi bir Kuman prensesi olan ünlü Gürcü Kraliçesi Tamara döneminde (1184-1214) devlet yönetimindeki etkinlikleri giderek artmıştır. Bu durum Gürcü kökenli idareciler arasında oldukça göze batmaktaydı. Bu nedenle, Kraliçe baskılara dayanamayarak baş komutan olan Kubasar Beği görevinden almak zorunda kalmıştır. Kubasar Beğ’in ahfadı da ilerleyen dönemde topraklarından ayrılıp Doğu Karadeniz dağlarını aşarak Trabzon ve Rize’ye yayılmışlardır. Etkinlikleri Osmanlı Döneminde de tımar sahibi Kumbasar oğulları olarak sürmüştür.
Kraliçe Tamara döneminde Gürcistan’a ikinci büyük Kuman-Kıpçak göçü gerçekleşmiştir. Yeni gelen Kumanları eskilerinden ayırmak için “Yeni Kıpçaklar” olarak tanımlanmışlardır. Yine Kafkasya üzerinden yapılan bu göç Kuman Başbuğunun kardeşi Sevinç tarafından idare edilmiştir. 1204’te İstanbul Latin işgaline (Haçlılar) uğrayınca, Kraliçe Tamara yakın akrabası Komnenos Hanedanının varisleri olan David ve Alexius’u, Gürcistan’da Kumanlardan oluşturduğu bir orduyla İstanbul’a gönderdi. Fakat bunlardan Alexius Trabzon’u merkez edinerek, Bizans İmparatorluğunun uzantısı olan Trabzon Rum Devletini kurdu. Bu kez Trabzon Rum Devletinin kurulması ve savunulmasında hizmet eden Kumanlar çeşitli idari ve askeri görevlere atandılar.
Trabzon yöresine yerleşen Kumanlar Hıristiyanlığı kabul etmelerine rağmen, Türk kimliklerinden kopmamış oldukları, hatta kendi etnik kimliğini simgeleyen Öz Türkçe isimler kullandıkları Trabzon Rum Devletine ait belgelerden ve Osmanlı döneminde tutulan Tahrir Defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Trabzon Rum Devleti devrinde Giresun’dan Rize’ye kadar olan bölgeye yayılan Kuman Türklerine ait yer ve şahıs isimleri tarihi kayıtlarda mevcut olup günümüzde bile kullanılmaktadır. Kuman Türklerinin ismini taşıyan birimler; Aşağı ve Yukarı Kumanit (Sürmene/Aşağı ve Yukarı Çavuşlu), Kumanit (Of/Kumludere), Kumanandoz Yaylası (Tonya), Kumano Deresi (Vakfıkebir), Kuman Yurdu Yaylası (Tirebolu) Kumanovacık Yaylası (Espiye), vs. şeklinde sıralanabilir. Ayrıca şimdiki Dernekpazarı’nın eski ismi “Kondu” ise tamamen Türkçe bir kelime olup, “oturdu”, “yerleşti” anlamına gelmektedir. Osmanlı fethi öncesi kurulduğu muhtemel olan Kondu’nun ismi o dönemden itibaren kullanılarak günümüze kadar ulaşmıştır.
Kumanların bölgedeki varlığına en önemli delillerden biri de bugün bile kullanılan sülale ve aile isimleridir. Kumanlara bağlı Cordan sülalesinin ismi; Arhavi ve Çaykara’da köy, mahalle, dere ve tepe isimleri olarak verilmiştir. İlginçtir ki, Cordanlara çeşitli yerlerde, farklı kimliklerde rastlanılmaktadır. Gürcistan’dakiler kendilerini Gürcü, Batum’dakiler Acara, Arhavi’dekiler Laz, Trabzon’dakiler Türk, daha da ilginci 1923’de Yunanistan’a göç ettirilen Hıristiyan inancına mensup Cordanoğulları ise kendilerini antik Yunanlı olarak tanımlamaktadırlar. Cordanlardan başka Konguroğlu, Demircioğlu, Şişmanoğlu, Uzunoğlu, Saraloğlu gibi soy isimleri taşıyan ve oldukça kalabalık olan aileler de Kuman oymaklarının uzantılarıdır.
Bölgeye ait Kuman kökenli köy ve şahıs isimlerini çoğaltmak mümkündür. Kuman oymaklarından Komar oymağı, ismini Komarit (Of/Barış) ve Komera (Trabzon/ Yalıncak) köylerine vermiştir. Kuman özel adlarından Ayaz, Balaban, Balta, Barkan, Boğa, Çakan, Çora, Kaba, Kaban, Kaçmaz, Kara, Karaca, Karaduman, Kepenek, Koç, Koçali, Koçkar, Kolbas, Külünk, Tepret,Tolun, Toruntay, Ulaş, vs. bölgede yer ve soy isim olarak sıklıkla rastlanılmaktadır.
Yukarıda bahsedilen Türk grupları genellikle bölgeye Kafkasya üzerinden giren gruplardır. Bunun dışında özellikle 1071 Malazgirt Meydan Muharebesiyle Selçukluların önderliğinde Anadolu’yu yurt edinen Oğuz boylarının bölgeye doğru sürekli bir yayılmacı etkinliği olmuştur. Bu kez, İran üzerinden Anadolu’ya yönelen göçlerle gelen Oğuzlar; Doğu, Orta ve Batı Anadolu’da olduğu kadar Karadeniz Bölgesi olarak tabir edilen Kuzey Anadolu’da da yoğunlaşmışlardır.
Selçuklular devrinde bölge birkaç kez ülke sınırları içine dahil edilmek istenmiş ise de bu arzu yerine getirilememiş, fakat Trabzon Rum Devletine ait sınırlar oldukça küçültülmüş, ele geçirilen arazilere Çepniler yerleşmiştir. 13. - 14. yüzyıllarda Trabzon Rum Devletinin batı sınırı neredeyse bugünkü Trabzon Vilayeti sınırına kadar gerilemiştir.
Selçuklular, ardından 14. yüzyılda Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da sivrilip yükselen Ak Koyunlu Türk Devleti zamanında bölge, İslâm hukukuna göre bir darü’l-harb diyarı olarak nitelenmiş ve yoğun akınlara sahne olmuştur. Bayburt, Erzurum, Kars ve Azerbaycan yörelerinde geçen ve 16. yüzyılda kaleme alınan ünlü Dede Korkut Hikayelerinde Trabzon Hıristiyanları ile yapılan mücadeleler sık sık dile getirilmektedir. Trabzon Rum Devleti’nin, İslâm toprakları ile sınır olan Çaykara ve Maçka yöreleri bu mücadelenin en yoğun olduğu uç alanlardı. Bu nedenle sözü geçen yörelere 10-13. yüzyıllar arasında Kafkaslardan girip Hıristiyanlığı benimseyen Kuman Türklerinin, Müslümanlığı benimsemiş komşu Oğuz Türklerine karşı bakışını olumsuz biçimde değiştirmiştir.
14. ve 15. yüzyıllarda Batı Anadolu ve Rumeli’de gelişmesini sürdüren ve döneminin en önemli gücü sayılan Osmanlı Devleti, 1453 yılında İstanbul’un fethiyle birlikte bir İmparatorluk seviyesine ulaşmıştır. Fatih Sultan Mehmed gerçekleştirdiği bu fethin hemen sonrasında, Anadolu’nun bütünlüğünü sağlamaya yönelerek bir takım girişimlerde bulunmuştur. Bu hedeflerden biri de Bizans’ın devamı niteliğinde olan Trabzon Rum Devletini ortadan kaldırmak, böylece doğuya (İran’a) ve kuzeye (Kafkasya’ya) doğru açılan kapıyı ele geçirmekti. Bu nedenle düzenlemiş olduğu seferle 26 Ekim 1461’de Trabzon’u feth ederek Osmanlı sınırlarına katmıştır.
Trabzon’un fethiyle birlikte o dönemde Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da hüküm süren güçlü Ak Koyunlu Türk Devleti ile komşu olunmuştur. Ayrıca Anadolu’da Hıristiyanların yönetiminde kalan son şehir olan Trabzon da Türk topraklarına katılmış oldu.
Fethin ardından Trabzon ve yöresi “Trabzon Sancağı” adı altında bir idari birim olarak Osmanlı idari sistemi içerisinde yerini almıştır. O dönemde Trabzon Sancağı şimdiki Rize, Trabzon, Gümüşhane, Giresun (güney kesimleri hariç) illerini kapsamaktaydı. Bu günkü Çaykara İlçesi ise sancağa bağlı Of Kazası sınırlarına dahil edilmiştir.
Bu durum 1948’de Çaykara’nın Of’tan ayrılıp müstakil bir ilçe konumuna getirilmesine kadar sürmüştür. Kısaca, Çaykara 15. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın ortalarına kadar yaklaşık beş asır Of’a bağlı konumda kalmıştır.
Osmanlı devrinde Trabzon Sancağına yönelik oluşturulan Tahrir Defterine (288 nolu) göre şimdiki Çaykara ilçesinin arazisinde yerleşim birimi olarak dokuz adet köy bulunmaktaydı. Bunlar Gorgora (Eğridere), Holaysa (Yeşilalan), Paçan (Maraşlı), Yente (Çayıroba), Haldizen (Demirkapı), İbsil (Arpaözü), Aso (Derindere), Aşağı Ogene (Köknar) ve Yukarı Ogene (Karaçam) köyleridir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, bugünkü Çaykara İlçesinin bulunduğu mevkideki Kadahor (Aşağıköy/Katahorion) köyü daha sonraki dönemlerde kurulmuştur.
Yörede kırsal hayatın egemen olduğu apaçık ortadadır. Arazi yapısının akarsular ve vadilerle oldukça parçalanmış olması ve büyük yerleşim biriminin serpilebileceği uygun arazinin olmaması, yüzyıllar boyunca kırsal hayatı hakim kılmıştır. 1554 tarihini taşıyan 288 numaralı Trabzon Livası Tahrir Defteri bölgede yaşayan nüfusu ve bunların dinlere göre dağılımını, ödenen vergileri, tarımsal üretimi; kısaca bölgenin sosyo-ekonomik portresini gözler önüne sermektedir. Sözü geçen deftere göre, Çaykara arazisindeki dokuz köyde tahmini olarak toplam 1359 kişi yaşamaktaydı, bu nüfusun 70’ini Müslümanlar (% 5.15), 1289’unu Hıristiyanlar (% 94.84) oluşturmaktaydı. Bu nüfus özellikle bölgenin kuzeyinde (Yeşilalan, Maraşlı ve Eğridere) yoğunluk kazanmakta, güneyde yer alan köyler ise daha küçük yerleşim birimleri olarak kalmaktaydı. Bölgede İslâmiyet’in yeni yeni kök salmakta olduğu anlaşılmaktadır.
Hanefi Bostan tarafından değerlendirilen aynı defterde, yine bu dokuz köyden tahsil edilen vergilere bakıldığında nüfusun tamamının tarım ve hayvancılıkla uğraştığı anlaşılmaktadır. Tarıma ayrılan arazilerin oldukça az bir alanı ihtiva etmesi (4.18 km2=4180 dönüm) doğal olarak hayvancılığı -bilhassa yayla hayvancılığını- ön plana çıkarmıştır. Bunun yanı sıra arıcılık da önemli bir uğraş alanı idi. Re’ayadan tahsil edilen vergiler resm-i ispençe (toplam 6500 akçe), resm-i niyabet (toplam 753 akçe), resm-i bennak (toplam 156 akçe), resm-i cerayim (toplam 234 akçe), resm-i arusiye (toplam 270 akçe), öşr-i baştina (toplam 794 akçe)’den oluşan toplam 8707 akçe olup, bunun yaklaşık ¾’ünü gayr-i müslimlerden alınan ispençe vergisi teşkil etmekteydi.
Yetiştirilen ürünlerden alınan vergiler, genellikle hububat türünden (dıhn-darı, kapluca – kapçıklı buğday) ve meyvelerden ibaretti. Hububat tarımı bölgenin kuzeyindeki üç köyde Gorgoras, Holaysa ve Paçan’da yoğunlaşmıştı. Toplanan ürün miktarı ise 2600 kile dolayında idi. Bölgede meyvecilik yaygın olup üzüm, ceviz, fındık, kestane, vs. yetiştirilen meyvelerin başında yer almaktaydı. Kayıtlara bakıldığında meyveciliğin yine adı geçen üç köyde yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu vergiler dışında resm-i kovan (bal) 655 akçe; resm-i hınzır (domuz) 25 akçe, resm-i ganem (koyun) 80 akçe vergi alınmıştı. Son olarak altı köyde bulunan 8 değirmenden resm-i asiyab adı altında 219 akçe gelir tahsil edilmişti.
Genel olarak toplanan vergilere bakıldığında Paçan, Gorgoras ve Holaysa köylerinin ödediği vergiler, mevcut dokuz köyün ödediği vergilerin % 82.39’unu karşıladığı anlaşılmaktadır.
1583 tarihli Trabzon Sancağına ait 29 numaralı mufassal tahrir defterindeki bilgileri değerlendiren Hanefi Bostan, Çaykara yöresindeki değişikliklere dikkat çekmektedir. Öncelikle yörede yer alan 9 köye Uzuntarla adında yeni bir köy eklenmiş oldu. Yöre nüfusunda belirgin bir artış olduğu gözlenmekte, buna göre, Müslümanların sayısı 921’e, Hıristiyanların sayısı ise 1.915’e ulaşmıştır. Böylece Müslüman oranı 1554’de % 5.15’ten % 32.47’ye yükselmiş, Hıristiyan oranı da 1554’te % 94.84’ten % 67.52’ye düşmüştür. Yaklaşık otuz sene içinde gerçekleşen bu artışın normal bir artış olmadığı, bölgeye hem gayr-i müslim hem de Müslüman halkın zorunlu iskana tabi tutulduğunu ortaya çıkarmaktadır. Meselâ Yente (Çayıroba) köyünün tahmini nüfusu 1554’te 13 müslim, 38’i gayr-i müslim olmak üzere toplam 51 iken, 1583’te 671 müslim ve 65’i gayr-ı müslim olmak üzere 736’ya yükselmiştir. Aradaki bu uçurum ancak zorunlu iskanla açıklanabilir.
Zorunlu iskana tabi tutulanların listesi olmadığından dolayı, bu iskanın ne zaman ve nerelere yapıldığı tam olarak anlaşılamamaktadır. Fakat bilinen gerçek şudur ki, Osmanlı Devletinde zorunlu iskan hareketlerinin daima uygulandığı (özellikle 14.-16. yüzyıllar) ve feth edilen yörenin Türkleşmesine önem verildiğidir.
Bu bağlamda, Trabzon ve Rize yöresine gerek Orta ve Güney Anadolu’dan (Karaman - Maraş vs.) gerekse Doğu Anadolu’dan (Kars, Erzurum) ve Azerbaycan’dan Müslüman Türkler tedrici biçimde getirilerek zorunlu iskana tabi tutulmuşlardır. Bunların dışında Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da hakim olan Sünni Ak Koyunlu Türk Hanedanın yıkılıp yerine Şii Safevi Hanedanının iş başına gelmesiyle birlikte, Safevilere tabi olmak istemeyen Sünni Türk gruplar Trabzon ve Rize’ye yerleştirilmişlerdir. Bugün bile ismi geçen yörelerde çoğu kez Azeri ağzının çeşitli biçimleri belirgin olarak varlığını sürdürmektedir.
16. yüzyılda Maraşlı Hoca Saçaklızade Osman Efendi gibi örnek şahsiyetlerin bölgeye geldiğini görüyoruz. Geldiği dönem ve faaliyetleri hakkında çelişkilerle dolu açıklamalar mevcut ise de onun Müslüman toplum üzerindeki manevi etkisinin uzun bir süre sürdüğü muhakkaktır
Bu bölgelerde İslâmiyet henüz yeni yerleşmekteydi ve buralarda yaygın fakat dağınık yaşayan Türkler de Müslüman değillerdi. Daha sonraki dönemlerde de ciddiye alınacak şekilde din değiştirmelerin olduğunu pek göremiyoruz.
1583 tarihli deftere göre yürütülen ekonomik faaliyetlerde pek fazla farklılık görülmemektedir. Yine tarım ve hayvancılık ön planda bulunmakta, ancak tarımsal alanlarda ve tahsil edilen vergilerde artış gözlenmektedir. Üretim yapılan toprakların alanı 5.570 dönüme ulaşmış, tahsil edilen vergiler ise 30 yıllık bir süreçte 17.655 akçeden % 145.99’luk bir artışla 43.430 akçeye yükselmiştir.
17. ve 18. yüzyıllarına ait arşiv belgelerinin çokluğu sayesinde, yörenin tarihine ışık tutabilecek bir takım bulgulara ulaşabilmekteyiz. Sözü geçen dönemler genel olarak Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme dönemi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde, devleti etkileyen iç ve dış sorunlar doğal olarak taşraya da yansımış, idari ve mali yapıyı etkilemiştir.
Daha önce de belirtildiği gibi yöredeki köy sayısı 16. yüzyıl sonlarında 10 adet idi. İlerleyen dönemlerde belgelerden de anlaşıldığı gibi bunların sayısı giderek artmış, ve bunlara Kadahor (bugünkü Çaykara), Şerah (Uzungöl), Fotinos (Kabataş), Hopşera (Akdoğan) ve Şur (Şahinkaya), gibi yeni köyler eklenmiştir. Bu köylerden Kadahor (Çaykara/Merkez), aşağı kesimde bulunan köyler için (Gorgora, Paçan, Holaysa, Fotinos, Hopşera ve Şur gibi) bir merkez konumundaydı. Çünkü, coğrafi konumu itibariyle Kadahor, adı geçen köylerin tam ortasında, vadilerin ve yolların birleştiği mevkide kurulmuştur. Bu konumundan ötürü daha sonraki dönemlerde, bölgenin merkezi olma görevini üstlenecektir.
17.-18. yüzyıllarda bölge ekonomik ve hukuki boyutta önemli bir hareketliliğe sahiptir. Yine derlenen çeşitli belgelerden,sözü edilen dönemlerde bölge sakinlerini etkileyen en önemli sorunların başında, yayla-mera ve orman ihtilafları, arazi davaları, ehl-i örf olarak tabir edilen idarecilerin özellikle vergiler hususunda çıkardıkları zorluklar, usulsüz uygulamalar ve eşkıya olayları gelmektedir. Bütün bu sorunların yanında, yöre sakinleri devletin öngörmüş olduğu sorumlulukları yerine getirmeye çalışarak günlük hayatına devam etmiştir. Bunun en güzel örneklerinden biri de 1694 tarihinde, devam etmekte olan Osmanlı – Avusturya Savaşı için Trabzon ve ona bağlı kazalardan toplam 7.700 nefer temin edilmesidir. Bir belgeye göre; Macaristan Seferi için Trabzon yöresinden temin edilen “mecmu’ 7.700 neferden başka zikr olunan kazalarda sakin ağa ve çavuş ve emlak sahibi kudretli zevattan her ne kadar varsa bayrak açtırub ve üzerlerine başbuğ nasb ve Ruz-ı Hızırda” Edirne’de toplanılması emredilmiş ve Of Kazasından 1000 nefer gönderilmesi uygun görülmüştü.
Of Kazasına bağlı olmasından dolayı, bu sefere Çaykara’dan da iştirak edenlerin olması kuvvetle muhtemeldir.
Elimizdeki belgelerden, 18. yüzyıl boyunca Çaykara’nın çevresinde bulunan yayla-mera ve ormanlarla ilgili bir takım anlaşmazlıkların ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bölgede kırsal hayatın hakim olmasından dolayı, yayla ve meraların toplum ekonomisinde büyük yeri vardır. Bu nedenle, köyler arasında kullanılan yayla ve meralarla bağlantılı davalar sık sık karşımıza çıkmaktadır. Tespit edebildiğimiz dava sayısı 10 olup, genellikle günümüz Çaykara’sına bağlı köyler arasında, bazen de diğer ilçelere bağlı köyler arasında vuku bulmuştur. 1716’da (evahir-i Rebiülevvel 1128) Trabzon beyler beyi ve Of kadısına gönderilen bir hükümde; Ogene-i Süfla (Köknar Köyü) ahalisinden bazı ileri gelenler kendilerine ait olan “Gorgan Bük” isimli yaylaya Şerah (Uzungöl) ahalisinin sahip çıktıklarını belirtmişler; yapılan incelemeler sonucunda, “... Şerah Karyesi ahalisinin alakası olmayub bunların eba an ceddin tapulu ve temessüklü mutasarrıf oldukları çayırların olduğu şer’an sabit ...” olduğu anlaşılmış ve dava Ogene-i Süfla ahalisinin lehine sonuçlandırılmıştır.
1724’te (evahir-i Receb 1136) Holaysa ile Kilendiş köylerinin müşterek kullandıkları Çahmut Yaylası ile ilgili davada; Holaysa köyü ahalisinin “... şirrete salik ve ol yaylağı müstakilen zabt iderüz deyü taarruz itmeleri ...” neticesinde, Kilendişliler tarafından mahkemeye verilmişlerdir. Bu mesele mahkeme tarafından “... ol yaylak yerlerinde olan hüccet-i şer’iye mucebince kadimi üzere iştiraken zabt ittürülüb ...” mülahazasıyla eskiden olduğu gibi iki köy arasında ortak kullanılması kararına varılarak çözüme kavuşturulmuştur.
1732’de (evahir-i Zilhicce 1144) Hopşera, Ogene ve Şur köylerinin ortak olarak (ber vech-i iştirak) kullandıkları Eğrisu Yaylasında, Şur (Şahinkaya) Köyünden birkaç kişinin gelip bazı alanları tarım arazisi olarak açtıkları ve yaylağı kullananların hayvanlarına zarar verdiklerinden dolayı dava etmişlerdir. Dava sonucunda “... zikr olunan yaylak yerleri kadimi üzere ber vech-i iştirak zabt ittürülüb ziraatden men’ ve teaddi ve rencide ittürülmemek ...” şeklinde karar çıkarılarak, yine yaylanın üç köy arasında ortaklaşa kullanılması ve tarım alanlarına açılmaması öngörülmüştür.
1782’de görülen iki ayrı davadan ilkinde; (evail-i Rebiülevvel 1196) Aşağı Ogene köyü halkının eskiden beri tarla ve otlak olarak kullandıkları bir araziye, Yukarı Ogene halkının arazinin kendilerine ait olduğunu belirtip itiraz etmesi üzerine dava açılmış ve yapılan incelemelerle arazinin Aşağı Ogene köyü halkına ait olduğu belirlenmiştir.
İkincisi de, (evail-i Şaban 1196) Paçan Köyü ile Şerah Köyü arasında gerçekleşmiştir. Paçan köyü halkının tapulu malı olan müstakil yayla için, her yıl gereken vergileri vermek suretiyle yararlandıkları, bu duruma Şerah halkının itiraz ederek Paçanlılara müdahale ettikleri anlaşılmış ve sonuçta yaylanın gerçek sahibi olan Paçanlılara geri verilmesi uygun görülmüştür.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür; nitekim, 1792’de (evasıt-ı Şevval 1206) Paçan Köyü ile Vartan Köyü arasında 1760’ta (1173) Hopşera Köyü ile Hola Köyü arasında; 1784’de (evail-i Rebiülahir 1198) Paçan Köyü ile Şerah Köyü arasında benzer yayla davaları vuku bulmuştur. Bu tip davalar sadece yaylalarla sınırlı kalmıyor, bazen ormanlar için de söz konusu oluyordu. Meselâ, 1793’te (evasıt-ı Şevval 1207) görülen bir davada Yente (Çayıroba) Köyü ahalisinin odun ve kereste ihtiyaçlarını karşıladıkları koruya başka köylerden gelen kişilerin sahip çıkmak istemesi üzerine durumun araştırılması talebi olunca korunun Yente ahalisine ait olduğu belirlenerek dava onların lehinde sonuçlanmıştır.
Mahkemeye intikal eden davalar bazen de ehl-i örfün kanuna aykırı talep ve davranışlarından kaynaklanmaktaydı. Özellikle vergi tahsilinde yapılan bazı usulsüzlüklerin, mali açıdan halkı oldukça bunaltması üzerine, yetkililerin bu konuda önlem alması için durum sık sık gerekli mercilere arz edilmiştir. Meselâ 1729’da (evail-i Muharrem 1142) Trabzon valisi ve Of kadısına gönderilen bir hükümde Of Kazasında görevli Çimşidoğlu isimli Trabzon Müteselliminin göreve başladığı iki yıllık süreçte, çeşitli bahanelerle halktan haksız yere bir takım taleplerde bulunması ve halkı soymaya kalkışması üzerine şikayet edilerek gereğinin yapılması istenmiştir.
Yine 1720’de (evasıt-ı Şaban 1132) Erbab-ı tımar karyelerinden Holaysa Köyü halkı, Trabzon mutasarrıflarına hasıl kayıt olunan yaylağı öteden beri kullanırlarken, vali tarafından bölgeye mütesellim ve voyvoda olarak atanan kişilerin ahaliyi soymaya kalktıklarını bildirerek validen durum karşısında önlem alınmasını rica etmişlerdir.
Ehl-i örfün usulsüz uygulamalarına karşın, bölge ahalisinden de bazıları yükümlü oldukları vergileri ödememekte ısrar ediyorlardı. Meselâ 1704 (hicri 1116) tarihli bir belgeden Paçan Köyünden bazı kişilerin öşürlerini vermede direndikleri anlaşılmaktadır.
Bölgede meydana gelen karışıklıkların başında halkı oldukça bunaltan ve çevreyi etkisi altına alıp dilediği gibi sömüren eşkiyalar gelmekteydi. Of Kazasının bütününde, özellikle 18. yüzyılda yaygınlaşan eşkiyalık hareketleri, sosyo-ekonomik açıdan köyleri harabeye çevirmiştir. Bu hareketler Çaykara ve çevresini de oldukça etkilemiştir. Çünkü, bölgenin dağlık ve ormanlık arazilerle çevrili olması meskun köylerin ve hanelerin dağınık olması, eşkiyalık hareketleri için oldukça elverişli şartlar oluşturmaktaydı. Bu eşkiyalık hareketlerinin birinde, bölge tarihi için oldukça mühim bir gelişme ortaya çıkmıştır. Bu gelişme 1709 (Hicri 1121) tarihinde bölgede vuku bulan kargaşanın önlenmesi için bazı köylerin zorla boşaltılıp Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarında yeniden inşa edilen Anagra (Gagra)kalesine toptan sürgün edilmesidir.
1709 (1121) tarihli bir fermanda zorla iskan hareketinin hangi olaylar sonucunda ortaya çıkmış olduğu detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Trabzon Valisi Abdullah Paşa’ya gönderilen bu fermana göre, avarız ve bedel-i nüzüllerin (olağanüstü vergiler) tahsili için Of kazasına gönderilen görevlilere, kazaya bağlı Zeno (Akköse), Kondu (Dernekpazarı), Zisino (Bölümlü), Hola-i Kebir, Kadahor (Çaykara), Paçan (Maraşlı) ve Fotinos (Kabataş) köyleri ahalileri ile adı geçen köylere dışarıdan gelip yerleşen Ayaslo (Ayasoğulları) ve Kolotlo (Kolotoğulları) kabilelerine mensup kişiler engel olmaya çalışmışlardır. Talep edilen vergilerin toplanması için yapılan ihtarlara aldırış etmemiş, üstelik silahlanıp sarp mahallere yerleşmiş ve yakın köylerden de yandaşlar bularak hareketlerine devam etmişlerdir. Ayrıca adı geçen gruplar eskiden beri kurulan hafta pazarını da bulunduğu mevkiden yıkıp kendilerine yakın yere nakletmeleriyle birlikte olaylar büyümeye başlamıştır. Bu kez eşkiyalar bölgedeki diğer köylere saldırarak yağmalama, ırza geçme, kadın ve kızları zorla birbirlerine nikahlamak suretiyle çevrede baskı ve kötülüklerini artırmışlardır. Üstelik, Of Kadısının evini de basarak tehdit etmiş ve yağmalamışlardır. Bütün bunlardan dolayı, eşkiyalığın kontrol altına alınabilmesi için başka bir bölgeye zorunlu sürgüne tabi tutulması kararlaştırılmıştır. Bu nedenle karar gereğince adı geçen köy ahalileri ile Ayasoğulları ve Kolotoğulları mensuplarının “... Gürcistan hududunda indiha-i serhadd-i İslâmiyede müceddiden bina olunan Anagra Kal’ası havalisine vaki’ arazi-i hali ani’r-ra’iye ve ikamet ...” için gönderilmesi uygun bulunmuştur.
Bu iskan hareketinin gerçekleştirilmiş olduğu bir yıl sonra gönderilen başka bir belgeden anlaşılmaktadır.
18. yüzyıl başında ortaya çıkan bu olaya ve sonuçlarına bakıldığında; Günümüz Çaykara’sının üç yerleşim birimi (Kadahor, Paçan ve Fotinos) ve 1990’a kadar Çaykara’ya bağlı olan Kondu (Dernekpazarı) İlçesi ve ona bağlı Zeno (Akköse) Köyü ile Of İlçesine bağlı Zisino (Bölümlü) ve Hola-i Kebir köyleri bu durumdan etkilenmişlerdir. Tümü Solaklı Vadisinde bulunan köylerin sakinlerinden hepsinin mi yoksa bir kısmının mı gönderildiği belli değildir. Fakat, bölgenin bu olaydan derinden etkilendiği ve nüfusunun bir kısmını kaybettiği bir gerçektir.
19. yüzyıla gelindiğinde genel olarak Osmanlı Devleti’ni uğraştıran “Ayanlar Meselesi” ön plandadır. O dönemde, merkezden bağımsız olarak taşraya hakim olan yerel ayanlar, devlet içinde devlet misali hakim oldukları yöreleri dilediğince idare edip halkı iktisadi ve idari anlamda kendi amaçları doğrultusunda kullanma yoluna gitmişlerdir. Bu durum, ülkenin Rumeli ve Anadolu vilayetlerinde oldukça yaygınlaşmış ve devlet otoritesinin azalmasına neden olmuştur. Ayanların taşradaki bu olağanüstü nüfuz mücadelesi merkezi yönetimi uzlaşmacı yöntemlere itmiştir. Bu nedenle Padişah II. Mahmud 1808’de, ayanlarla “Sened-i İttifak” adı altında uzlaşmacı bir belge imzalayarak onların varlığını kabul etmiş ve devleti dağılmanın eşiğinden geri çekmeye çalışmıştır.
Ayanların yol açmış olduğu bu kargaşa döneminde Osmanlı Devletindeki Ayan İsyanlarının en yoğun ve en etkin olduğu yörelerden biri de Samsun’dan Batum’a kadar uzanan Trabzon Eyaletiydi. Bu bölgede gücü elinde bulunduran ayanlar 1814-1834 yılları arasında beş ayrı isyan gerçekleştirmişler ve bölgeyi zaman zaman tümüyle kontrol altına almışlardır. Ayrıca bölgedeki ayanların, kendi aralarında akrabalık tesis ederek güçlerini ve dostluklarını pekiştirmesi merkezi otoriteyi oldukça güç durumda bırakmıştır. Meselâ, bölgede en etkin durumda bulunan Tuzcuoğlu Memiş Ağa’nın 1817’de Of’ta katledilmesinden sonra ortaya çıkan isyanlarda (1818-1821) damadı Kalcıoğlu Osman Bey ön plandadır.
Tuzcuoğlu Memiş Ağa İsyanı (1814-1817) yaklaşık üç yıl kadar sürmüş ve Hopa’dan Ordu’ya kadar bütün bölgeyi etkilemiştir. İsyan döneminde Trabzon Şehrini ele geçirmiş (1816) ve bunun sonucunda, merkezi otoriteyi temsil eden görevliler (vali, kaymakam, vs. ) şehri terk ederek Ünye’ye sığınmışlardır. Merkezi otoritenin Memiş Ağa’nın işgalleri sonucunda sarsılmasıyla harekete geçen hükümet güçleri, Trabzon’u karadan ve denizden kuşatmış, ayrıca Memiş Ağa’nın yanında yer alan bir takım güçleri de kendi saflarına çekerek etkisiz hale getirmişlerdir. 1816 yılı Ağustos’unda işgal edilen Trabzon, yaklaşık 4 ay sonra tekrar hükümet kontrolüne girmiştir. Bu hareket sonucunda Rize’ye kaçan Memiş Ağa, burada tutunamayacağını anlayınca Of’a yönelerek, Çakıroğlu İsmail Ağa’ya sığınmıştır. Trabzon Valisi, Memiş Ağa’nın ortadan kaldırılması için Padişaha müracaat ederek Erzurum Valisinin de emrindeki kuvvetlerle Bayburt – Çaykara üzerinden hareket etmek suretiyle bölgedeki hükümet güçleriyle birleşerek Of’un kuşatılmasını istemiştir. Nitekim, bu harekat gerçekleştirilerek 26 Ekim 1817’de Tuzcuoğlu Memiş Ağa, misafir olarak bulunduğu Of’un Maki (Pınarca) köyünde yakalanarak idam edilmiş ve ilk Tuzcuoğlu isyanı bastırılmıştır.
Ardından tekrar alevlenen ayan isyanları (ki yine Tuzcuoğulları ön plandadır) 1834’te tümüyle bastırılmış, merkezi otorite tekrar kurularak bölgenin iç emniyeti sağlanmıştır.
Tuzcuoğulları isyanlarının en kanlı çatışmaları Of Kazası ve civarında gerçekleşmiştir. Bu nedenle en büyük yıkımı yine aynı bölge görmüştür. Bu yıkım sadece isyanlar nedeniyle değil, aynı zamanda ayanlar tarafından halkın üzerine yıkılan gelişi güzel taleplerle olmaktaydı. Zira halk, tek geçim kaynağı olan tarımsal faaliyetlerden kazandıklarının bir kısmını vermek zorunda bırakılmakta ve bundan dolayı ekonomik gücünü kaybetmekteydi. Bu durumdan, Of Kazasına bağlı bulunan Çaykara ve çevre köylerin etkilenmemesi mümkün değildir. Fakat bunun ne derecede etkili olduğu şimdilik bilinmemektedir. Ancak, bulunup değerlendirilebilecek arşiv belgeleri sayesinde bu durum ortaya çıkarılabilir.
19. yüzyılda Çaykara çevresinde yayla ihtilafları bir önceki asırda olduğu gibi yine gündemdedir. Bu anlaşmazlıkların önceki yayla davaları ile benzerlikleri vardır. Meselâ, 1839’da (evahir-i Ramazan 1255) Of Kazası naibine gönderilen bir hükümde, Şerah (Uzungöl) Köyü halkının kullandığı meraya Aso, Yente ve Haros ahalisinin sahip çıkması karşısında sorunun hilaf-ı şer usulüyle çözülmesi ve karara bağlanması emredilmişti
Aynı şekilde 1840’ta (Hicri 1256), Gorgoras Köyünün ileri gelenlerinden Osman bin Mustafa ve Mehmed bin Bekir mahkemeye baş vurmak suretiyle köyleri yakınında bulunan ve hudutları Gordesan, Şerah ve Zeleka Mezraları ile Gorgoras ve Paçan Köyleri arasındaki sırt ile sınırlanan meranın kendi köylerine ait olduğunu bildirmişlerdir. Bu nedenle devamlı surette yararlandıkları bu meraya Paçanlıların haksız yere müdahale edip sahip çıktıklarını belirterek, durumun araştırılmasını talep etmişlerdir. Yapılan incelemeler sonucunda meranın Gorgoraslılara ait olduğu anlaşılmış ve dava onlar lehinde sonuçlanmıştır
Paçan ve Gorgoras arasındaki çekişmeler bundan ibaret değildir. Bu kez, yukarıdaki davadan üç yıl sonra, yeniden mahkemelik olmuşlardır. 1843’te (evail-i Şaban 1259) vuku bulan bu çekişmede, Paçan Köyünden bir grup kişiye ait tapulu ve temessüklü arazinin kendilerine ait olduğu ve tasarruf ettikleri arazilerin vergilerini her yıl düzenli verdiklerini belirtmişlerdir. Buna rağmen, Gorgoras Köyü halkı sözü geçen arazinin kendilerinin olduğunu beyan ederek komşu Paçanlıların haklarını gasp etmek istemeleri ile konu mahkemeye intikal etmiştir.
Yayla davalarını artırmak mümkündür. Meselâ, 1860’ta (1277) Paçan ile Hola-i Kebir arasında mera 1868’de (1285) Şerah, Haros ve Yente köyleri arasında yayla 1875’te (1292) Gorgoras, Holaysa ve Paçan arasında yayla
davaları görülmüş ve sonuca bağlanmıştır.
Bölgede yaşanan bu olumsuz durumlara rağmen, yöre halkı yetiştirdiği ürünleri pazarda satarak ihtiyaçlarını karşılamış ve gündelik yaşantısına devam etmiştir. O dönemlerde yöre pazarı Baltacı Vadisinde bulunan “Eskipazar” mevkiinde kurulmaktaydı. 1834 yılında (Hicri 1250) Çaykara’nın içinde yer aldığı Solaklı Vadisi halkıyla, pazarın kurulduğu Baltacı Vadisi halkı arasında eskiden beri devam eden anlaşmazlıklar nedeniyle yeni bir Pazar kurulması teklif edildi. Bu öneri, aynı yıl değerlendirilerek Solaklı Deresi halkının kendi taraflarında Pazar günleri faal olabilecek yeni bir pazar kurmaları uygun bulunmuştur.
Böylece yöre halkı daha uzak bir yere gitmekten kurtularak, mahsullerini kendi bölgelerinde satma ve ihtiyaçlarını karşılama imkanını yakalamışlardır.
19. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde, yöre ile ilgili daha detaylı bilgileri ihtiva eden kaynaklara rastlamaktayız. Bunlar Osmanlı Devletinde özellikle son dönemlerde periyodik olarak yayınlanmakta olan “Vilayet Salnameleri”’dir. Bu salnameler, her vilayet için ayrı ayrı basılmakta ve içeriğinde idari, sosyal, iktisadi, coğrafik, demografik, vs. çeşitli bilgileri bulundurmaktadır. Çaykara’nın da bağlı bulunduğu Trabzon Vilayetine ait salnamelerde yöre ile ilgili çeşitli bilgilere rahatlıkla ulaşabilmekteyiz. Buna bağlı olarak da değerlendirdiğimiz bilgiler ışığında yeni ve ilginç sonuçları ortaya çıkarabilmekteyiz.
1876 tarihli Trabzon Vilayet Salnamesinin Of Kazasına ayrılan kısmın Çaykara yöresine ait bilgilerine bakıldığında, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar geçen sürede bölgede bir çok değişikliklerin olduğu gözlenmektedir. Bu değişikliklerden birincisi, köy seviyesinde bulunan yerleşim birimlerindeki artıştır. Bilindiği gibi, 1554 tarihli Trabzon Sancağı Tahrir Defterinde 9 adet köy var iken, bu sayı yenileri de eklenerek 1876 tarihli Vilayet Salnamesinde 24’e ulaşmıştır. Köyler genellikle günümüz Çaykara merkezinin çevresine ve Solaklı Vadisinin yukarı kesimindeki yamaçlara serpilmiştir.
Kaynak:
Yrd. Doç. Dr. Hikmet ÖKSÜZ
Arş.Gör. Mustafa ALTUNBAY