Yazı Boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Trabzon’a Gitmeyen Trenin Hikâyesi
09 Ocak 2011 Pazar Saat 21:25
Rize üniversitesi Öğretim Görevlisi Köylümüz Mustafa Ergin Şahin'in kaleme aldığı Trabzon’a Gitmeyen Trenin Hikâyesi ile ilgili yazıyı sizlerle paylaşıyoruz

Yıllardır insanları televizyon ekranlarına bağlıyan birçoğunun işini, dersini, ailesini ihmal etmesine yol açan cumhuriyet dönemi edebiyatçılarından Reşat Nuri GÜNTEKİN’in eserlerinden ‘Yaprak Dökümü’ romanının televizyon ekranlarına uyarlanmış ve bir o kadar da yozlaştırılmış dizisi nihayet şamatalı bir şekilde final oyununu oynadı ve ekranlara veda etti.  

Finalde en çok yankı yapan, özellikle de yerel basında oldukça yer alan, ailenin trenle Trabzon’a dönmesi gafı oldu. Bir an için düşündüm acaba Reşat Nuri o zamanda Trabzon’a Tren yolunun gitmediğini bilmeyecek kadar coğrafi bilgiye sahip değil miydi? Yoksa romanı yozlaştıran senaristler, aynı şekilde senaryoya bu tren yolculuğunu da kendileri mi eklemişlerdi. Bu kısmını bilemiyorum. Doğrusu çokta merak etmedim. Gerçi senaryoyu yazanlara da çok suç bulmuyorum; buralara gelmemişlerse, Trabzon gibi bir şehirde tren yolunun olamayacağına ihtimal vermemişlerdir. Ama filmde olsa yıllardır otobüslerle Trabzon’a dönen biri olarak bu durum beni oldukça heyecanlandırdı. Hatta kafamda güzel hayallerde kurdum. İstanbul’dan Ankara’ya oradan da Erzurum treni ile Erzincan’a ve oradan da Fatih’in Trabzon’a gelişi gibi Zigana dağlarından aşarak Trabzon’a ulaşmanın heyecanını ve coşkusunu yaşadım yüreğimde bir an. Bu heyecan ve sevda yıllardır özlemini çektiğim bir tutkudur yüreğimde. Umarım bir gün siyasilerimiz demir ağlarla örülemeyen bu hırçın dağları bir gün demir ağlarla örüp güzel Trabzon’umuzu tren yoluyla buluştururlar. 

Filmde beni düşündüren ve duygulandıran diğer bir konu da, filmin sonunda dönülecek yer olarak anayurt Trabzon’un seçilmesi idi. Onlar çaresizliklerinden, umutsuzluklarından ve İstanbul’daki yaşama ayak uyduramayıp yenilmiş olduklarından, yaşama tutunmak ve hayatta kalabilmek için son bir çare olarak Trabzon’daki annelerinden miras kalan köy evine gitmeye mecbur kalmışlardı. Bu durumu düşündüğüm zaman bir an için kendimi ve hemşerilerimi şanslı hissettim; hepimizin iyi ya da kötü büyük şehirde yaşamanın zorluğundan kaçıp bir gün dönebileceği Trabzon’da bir baba ocağı olduğu için. Bizim değerini bilmediğimiz çoğumuzun sadece cenazelerde hatırladığı ve ihtiyaç duyduğu bir köyümüz olduğu için. Belki şehrin şaşalı yaşantısı yok, belki her şey ayağının altında değil, belki kışları soğuk ve karlı, yazları yağmurlu ve yolları çamurlu. Ama tarladan toplanan lahanaları kazanda pişirip yanında biraz mısır ekmeği ile karnımızın doyacağı ya da haşlanmış patatesin yanında fasulye turşusundan yapılmış biraz bezirgân aşı ile de gün geçirilecek bir köyümüz var. Başımız darda kalsa da umutlarımızı kaybetsek de dönebileceğimiz...

Mutlaka etrafımızda bu durumda olan insanlar vardır. Belki çokları bu insanlara acır ya da küçük görür; ama nedense ben hep imrenmişimdir onlara. O insanları gerçeği görmüş tarikat dili ile fenafillâh seviyesine ermiş insanlar gibi görürüm. Kapitalizmin bizi içine sürüklediği daha çok çalışmak, daha çok kazanmak ve daha çok harcayıp daha lüks bir hayat sürme gafletinden kurtulmuş insanlardır, benim gözümde bu insanlar. Aza kanaat getirip onla yetinmeyi, çalışmayı bir zevk ve ibadet olarak görmeyi ön önemlisi de şükretmesini herkesten çok daha iyi bilirler. O insanlar milletin efendisidir benim gözümde. Para, pul, menfaat, şan ve şöhret için haksızlığa ve yanlışlığa boyun eğmezler ve asla onların yüreklerini satın alamazsınız. Kim bilir belki de bu yüzden dış güçler tarımı çökertip köylüyü kendine uşak etmek, köylü gençleri fabrikalarda yok pahasına çalıştırıp sermayenin uşağı haline getirmek için ülkemizde tarıma yeterince önem verilmemiş, kırsal kalkınma bir türlü gerçekleşememiş ve köyler hep terk edilen yerler olmuştur. Ülkemiz yıllar önce kendi kendine yetebilen bir ülke iken kendi kendine yetemez bir ülke haline gelmiştir. Amerika’dan mısır, buğday alan Avustralya’dan angut alan bir ülke haline gelmiştir.

Sonuç olarak köyün kalkınması ancak köyde yaşayan birey sayısını artırmakla olur. Buda köylerimize sağlık, ulaşım, eğitim ve benzeri imkânları eksiksiz getirmekle olur. Ve buda ancak köylerimizde istihdamı arttırıcı yatırımların yapılması ve modern tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde bir gün çocuklarımız son yaprak düştüğünde ve artık şehirlerde tüm umutlar tükendiğinde belki de dönecek bir baba ocakları bile olmayacak bu gidişle…  

 

Mustafa Ergin Şahin      

Rize Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Bu haber toplam 3542 defa okundu.
CEDDUNE RAHMET HEKAYE MUSTAFA
osman bedinomuş
Konu seçimi: Pekiyi
Konuya hakimiyet:Pekiyi
İfade :Pekiyi
Hal ve gidiş de çok iyi..
Hasılı..
Elinden ekmek yenir Mustafa Ergin..Eline sağlık..
11 Ocak 2011 Salı Saat 13:14
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
ŞAİRLERİMİZ
SİTE ANKET
Köyümüzün Öncelikli en önemli sorunu sizce nedir?
Yollar
Cenaze Morgu
Çöp
Kanalizasyon
Şadırvan ve Ortak Tuvaletler
Künye . Reklam . İletişim . RSS   Copyright © 2024 Yeşilalan(Holaysa) Köyü Tanıtım Sitesi
Sitemizdeki yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz.
Yazılım & Tasarım : Mahmut ÖZDEMİR