Kimlik tartışmaları her platformda devam ediyor. Kimileri bu coğrafyada yaşayan insanların Türk olarak isimlendirilmesinden rahatsız. Kimileri Türklerin "ötekileştirildiği" iddiası ile yürütülen tartışmalara öfkeli. Kimileri ise tam bir kafa karışıklığı içerisinde.
Bu kafa karışıklığının arkasında yürütülen "propaganda" tekniği var. Bu tekniği kullanan "çözüm" platformu kavramların içini boşaltarak, farklı anlamlar yükleyerek ve uyduruk kavramlar türeterek başarılı olmaya çalışıyorlar.
Bu güne kadar tartışmada hedef "Kürtlerin felahı" olsa da tartışma hep Türklerin üzerinden yürütüldü. Manzara, Türklerin şimdiye kadar avantaj sahibi olduğu; devletin de Türkler adına bu avantajı sağlamak, korumak ve sürdürmek için Kürtleri ve benzeri "etnik" grupları ezip, sindirdiği şeklinde. Burada "hayır efendim, Kürtlerden de Cumhurbaşkanı var" muhabbetine girmeyeceğim. Türklük adına konuşanların kullandığı bu tarz "siyasi eşliğe" dayalı argümanların doğruluğunu Kürtler de biliyor. Herkesin apaçık bildiği bir şey daha var ki o da bütün bu tartışmaların, Kürt kimliğinin ayrı bir "siyasi" varlık olarak kabul ettirilmesine matuf olduğudur.
Tartışmaların merkezinde yer alan üç gruptan söz etmek mümkün. Birinci taraf zaten Türklüğün tamamen ortadan kaldırılıp kimliksiz bir devlet yapısı oluşturulmasını savunuyor. Bunların tek niyeti Türk isminin geçtiği her şeyi anayasadan, tabelalardan, her yerden kaldırmak; ırkçılıkla falan problemleri yok. Bu tarz milletler üstü olduğunu iddia eden "beynelminelci" zümreyi derinlemesine incelediğiniz zaman, Erol Güngör merhumun da belirttiği gibi aslında güçlü "etnik" hissiyatları olduğunu görürsünüz.
ikinci sınıf ise "öfkeli" Türkler. Bazıları kabul etmese de bu topraklarda daha önce kurulan iki devlette olduğu gibi Cumhuriyet'in de kurucu ve hâkim iradesi. Hakim olmanın verdiği sorumlulukla hareket etmek istiyorlar, sükûneti muhafaza etme derdinde ama içten içe de bir öfke sarmalına girmiş. Bu öfkenin muhatabı "Kürt" etnisitesinden ziyade onun adına konuştuğunu iddia edenlerle, süreç mimarı siyasi ve sivil "kanaat" önderleridir.
üçüncü sınıf ise ar'afta kalanlar. Bir arkadaşımın henüz yayınlanan bir çalışmasında "tedirgin" olarak nitelendirdiği zümre. İsimlendirmeye itiraz etmesem de içeriğine itirazım var. Bu zümre bence "homojen" değil, çoğunluğu Türklerden oluşsa da azımsanmayacak kadar Kürdün de içinde bulunduğu bir sınıf. Terörizme verilen tavizlerden rahatsız olduğu gibi çocuklarının da bir gün terör kurbanı olmasından korkan bir sınıf bu. Bebek katili ile yürütülen görüşmelere, gidip gelen mektuplara, verilen tavizlere "müsamaha" gösteriyorlar, "acaba kanı durdurur mu?" ümidi içerisindeler. Birilerinin masum duygularını "iğfal" ettiği bu zümre kandırıldığını anladığı zaman ne olacak, göreceğiz.
Aslında herkes tedirginliği ve öfkeyi içinde taşıyor. Türk toplumunun büyük kesimi ülkenin sokulduğu yolun sonunda çıkması muhtemel uçurumdan tedirgin. İdeolojik adam Devletin ve Milletin geleceği açısından; ideolojik bir safı olmayan adam ise çocuklarının geleceği açısından. Nasıl bir ülkede yaşayacak? Kan ve gözyaşı ile ıslanan bir ülkede mi, yoksa asırlardır olduğu gibi "huzur" ikliminde mi?
Ölçü belli. Kimliğimiz üzerimize yapışan deri misali, yırtıp atmamız mümkün değil. Yaratılıştan tevarüs eden özelliklerimiz için kavga etmemiz, bundan bir üstünlük payı çıkartmamız akıl işi değil. Bu ülkenin "ırkçı" olarak nitelendirilmeye çalışılan hareketinin Genel Başkanı son konuşmalarının birinde "üstünlük takvadadır" ayetini hatırlatarak bu ülkenin Milliyetçilerinin hiçbir zaman ırkçılığın çıkmaz sokağına sapmayacağını bir kez daha dile getirdi.
Peki bu ülkede ırkçı yok mu ve asıl ırkçı kim?
Tabii ki var. Her yerde olduğu kadar ve birilerinin pompaladığı gibi kahir ekseriyeti değil "istisna"yı temsil ediyorlar. Bu ırkçı sınıfın kahir ekseriyeti etnik köken olarak kendini "Türk" olarak isimlendirmeyenlerden oluşuyor ve "süreci" idare edenlerin arasındalar. Ellerinde her türlü imkân var. Yazılı, görsel medya ellerinde, siyasi irade arkalarında; her gün ekranlara çıkıp Türk Milliyetçilerini "ırkçılıkla" suçlamaktalar. Kendi ırkçılığını gizlemek için alabildiğine "çığırtkanlık" yapan bu tiplerin söylediklerine ve yazdıklarına bakıldığı zaman, eskilerin tabiri ile "rikkat-i insaniye" yani insan olma birliğini içselleştirememiş tipler olduğu görülebilir.
Bu tartışmalarda "ara yol" bulmak isteyenler ise Türk'ün "etnik" bir kimlik değil bir "şemsiye" tanımlama olması gerektiğini savunuyor. Bu fikrin sahipleri, Türk'ün salt etnik bir kimlik olmadığını, aynı zamanda tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan büyük medeniyetlerden biri olduğunu vurguluyorlar. Bu fikre göre Türklük bir "unsur" değil "yekün"dür. Kültür Milliyetçiliğini savunan Türk Milliyetçilerinin yıllardır dillendirdiğine benzeyen bir söylem bu. Bu topraklarda yaşayan "anasırların" her birini kucaklayan zihni bir yapı zaten mevcut. Yüzyıllardır Türkmeni, Yörüğü, Kürdü, Çerkezi vs. tüm unsurların kendisini gerek "kan" bağı ile gerekse de "aidiyet" hissi ile yekünün bir parçası olarak görebildiği bir yapıdır bu.
Bence Türk Milliyetçileri tartışmayı bu yapı üzerinden yürütmelidir.